Yarım
Hani bazen bir yazıya baş
Hani bir cümle yazarsın da yar
Olur ya kesik kesik
Yarım kalır, unuturs
İşte ben de bazen bir hevesle –çoğu kez içten bir hevesle- kalemime sarılıp birkaç tümce dökerim kağıda ve sonra –her nedense- unuturum. Bazen zil çalar, büyü bozulur, mecburen ayrılırım eskizimin başından. Bazen de kalemimle sohbetimi bölen başka bir sohbet başlar, yarım kalır yazım. İşte böyle olunca –çoğunun ‘ilham’ dediği, benim ‘yazma heyecanı’ olarak nitelediğim bir hevesle başladığım yazılarım yarım kalınca- araya giren zaman soğutur kalemimle aramı. Birkaç saat ya da birkaç gün sonra onu elime aldığımda çocuk gibi naz yapar bana. Yarım kalan ürünüm ise hepten yabancı gelir; birkaç santim yakınımdayken tümcelerim, kilometrelerce uzağımdadır sanki. Önce yabancılarım, sonra eleştirmeye başlarım. Noktalanmamış cümleler büsbütün savunmasız kalır sert eleştirilerim karşısında. Her bir sözcük daha da çirkinleşir gözümde, bu kez ne saygım kalır yarım kalana ne de hevesim kalır devam ettirmeye . Önüme temiz bir sayfa da alsam, küskün kalemim bakmaz yüzüme uzun bir süre. Ben de tıpkı bu beyaz sayfa gibi boşluğa düşerim o zaman. Düşünürüm, yazamam ya da yazsam da yeni ‘yarım’lar doğurur kalemim. Şimdi geride kalan yarımları tamamlayacağıma söz veremem, öyle ya, çorba bir kez soğudu mu, tadı kalmaz. Ama sana söz kalemim, yarım bırakmam bir daha. Gel, tut elimden; ben susayım, sen konuş.
02.02.12