Sevde'nin Günlüğü

Yazmayı seviyorum…

The Awaited

Mayıs26

One can appreciate many poems, short stories, novels, paintings, songs; yet certain works of art affect you in a peculiar yet deep way, so much that they haunt you. The following Turkish poem has had a similar effect on me. Although I put the English translation, I know that it will not give the same feeling as the original one. So you can listen to the original poem from the voice of its poet here.

Beklenen / The Awaited

Ne hasta bekler sabahı, / Neither the sick waits for the morning
Ne taze ölüyü mezar. / Nor the grave for the fresh dead
Ne de şeytan, bir günahı, / Nor Satan for a sin
Seni beklediğim kadar. / As long as I have waited for you.

Geçti istemem gelmeni, / Too late, I don’t want you to come
Yokluğunda buldum seni; / I have found you in your absence
Bırak vehmimde gölgeni / Leave your shadow in my delusion
Gelme, artık neye yarar? / Don’t come, what good is it now?

Necip Fazıl Kısakürek
1930

————————————

I was only nine years old when my father read this poem to me but I remember being mesmerized by the beauty of the words as they came from his mouth in such elegance and with a naive yet fatherly passion to introduce her daughter the world of poetry. I remember getting my first poetry book, “Cile” by Necip Fazil Kisakurek, the poet of this poem. As I read this poem again and again over years, I began to realize that its meaning had grown deeper and greater for me. Every year had added a new layer to my interpretation; a layer I did not know existed before. Now, I will try to convey what this poem means to me at this stage of my life.

The Awaited by Necip Fazil Kisakurek is an exceptional example of poetry that tackles the theme of “waiting for the beloved” in the light of striking feelings such as longing, reproach, pride and exasperation. With its short form consisting of only eight lines, the poem stands out as a very concise yet meaningful form of literary expression.

The poem consists of two characters: “I” who is the narrator and “You” who is the addressed. In the first three lines of the poem, the narrator points out the extreme cases of the act of waiting in life, and in the fourth line, he concludes the first stanza by emphasizing the lengthiness of the time he has waited for his beloved one. The extreme examples in the first three lines serve to accentuate the extraordinariness of his commitment to his beloved. An entire night the sick spends in pain or the time the dead waits until burial or the patience and diligence Satan portrays to be able to catch a sin… None of these examples can be compared to the suffering, patience and commitment the narrator has demonstrated while waiting for his beloved: his love, longing and loyalty are all superior to the intense feelings illustrated in these extreme examples.

At this point, an exasperated and almost reproachful tone begins to take over the poem: the narrator does not want her to come back anymore because the exceedingly lengthy time that has passed since she left has gradually turned the feelings of love and longing into pride and exasperation.

The second line of the second stanza, “I have found you in your absence”, can be interpreted through a Sufi point of view. Sufism is a mystic system mainly within Islam, which has the goal of uniting with God through spiritual love and endurance. Looking through this lens, one can say that the “you” used in this line is not same as the “you” used in the rest of the poem; the romantic love the narrator had for his beloved and the endurance he has shown while waiting for her have come to such an extreme point that it helped him find divine love. Thus, he has “found (God) in (her) absence”. The subtle double meaning inherent in this line seemed really striking to me. It reminded me of “Layla and Majnun”, a very famous ancient Middle-eastern love story, where Majnun had experienced the same transition: his romantic love for Layla and the endurance he has shown had helped him find divine love, which was eternal in contrast to the mortal love he had for Layla.

Although the poem is in a form that I personally would not prefer to use while writing poetry (with its strict rhythm and rhyme scheme), I understand that it reflects a very popular view regarding poetry and form in the 1930’s Turkish literature, and overall, I still love this poem! I wonder how many different layers I will discover as I keep coming back to “The Awaited” at different stages in my life.

2014
—————————————————–

Click here for my Turkish essay on the same poem.

En çok okunanlar ve beğenilenler

Şubat25

Evet, Sevde’nin Günlüğü 5.yaşından gün alıyor. Ne ilginç, daha dün gibi geliyor bu blogu açtığım gün—yani 1 Şubat 2010. Yüreği pır pır atan bir lise birinci sınıf öğrencisiydim o zaman. Bugünlere Sevde’nin Günlüğü ile gelmek nasipmiş. Çok şükür diyorum, halen yüreğim pır pır atıyor. Hatta yazdıkça çizdikçe daha bir heyecanla atıyor gibi geliyor bana. Kalemimin de zihnimin de içi doldukça; yeni dünyalar, yeni insanlar keşfettikçe coşkum da artıyor. Ne diyelim, çok şükür…

Bu noktada, lafı uzatmadan, blogumun istatistiklerini özenle inceledikten sonra ortaya çıkardığım listeleri sunmak istiyorum size. Kendimce bu beş yıl içinde yazdığım yazılar arasından en çok beğenilenleri* ve en çok okunanları listeledim. Ortaya ilginç sonuçlar çıktı açıkçası. Nitekim bana en beğendiğim yazılarımı sorsanız benim yapacağım liste muhtemelen çok farklı olurdu. Ama tabii ki takdir okurun. Sevde’nin Günlüğü’nü bugünlere getirmemi sağlayan tüm okurlarıma teşekkürlerimi sunarak sizleri listelerle baş başa bırakıyorum.

Sevde’nin Günlüğü
en çok beğenilenler –genel

1. Don Kişot Romanında Karakter Analizi ile İdealizm ve Materyalizm
2. Gün Batarken
3. Victoria Dönemi ve Jane Eyre
4. Kadınım
5. “Beklenen” Şiir Eleştirisi
6. Ankara Yolculuğu
7. Gereği düşünüldü!
8. Kültürlerarası Etkileşimde Edebiyatın Rolü
9. İstanbul’da Bir Yalnız
10. Defter
11. Mekanik
12. The Twilight Saga/Alacakaranlık Efsanesi
13. Bir Bardak Siyah Çay
14. Korku
15. Maske

en çok beğenilenler –şiir

1. Gün Batarken
2. Kadınım
3. Gereği düşünüldü!
4. İstanbul’da Bir Yalnız
5. Defter
6. Mekanik
7. Bir Bardak Siyah Çay
8. Korku
9. Bir Pembe Düş
10. Bir Rüzgar Çıksa

en çok beğenilenler –düzyazı

1. Don Kişot Romanında Karakter Analizi ile İdealizm ve Materyalizm
2. “Beklenen” Şiir Eleştirisi
3. Victoria Dönemi ve Jane Eyre
4. Ankara Yolculuğu
5. Kültürlerarası Etkileşimde Edebiyatın Rolü
6. The Twilight Saga/Alacakaranlık Efsanesi
7. Maske
8. Kabin
9. Şiirimin Hikayesi – Bir Rüzgar Çıksa
10. Gri-Kırmızı Kaldırım Taşları

en çok okunanlar

1. Ayvalık’ta nereye gidilir, ne yenir, ne içilir?
2. “Beklenen” Şiir Eleştirisi
3. Don Kişot Romanında Karakter Analizi ile İdealizm ve Materyalizm
4. Victoria Dönemi ve Jane Eyre
5. Therese Raquin ve Natüralizm

*En çok beğenilenler, yazıların altında bulunan “Beğendim :)” ikonuna tıklanma sayısına bakılarak hesaplanmıştır.

“Mezun”

Şubat8

Aralık’ta kış tatiline girince birkaç haftalığına Türkiye’ye geri dönme fırsatı buldum ve gider gitmez de lise yıllarımı geçirdiğim Enka’ya gidip okulun koridorlarında bir ‘mezun’ olarak gezinebilmenin zevkine vardım. Oldukça değişik bir deneyimdi gerçekten… Sözü fazla uzatmadan bu konuda Enka’nın Oceanus adlı okul dergisine yazdığım mezun yazısını paylaşıyorum sizlerle. Sanırım bir yerden mezun olmanın ve geri dönünce o nostaljik hisse kapılmanın ne demek olduğunu ancak yaşayınca anlıyor insan.

******************************

Ne tuhaf değil mi? Bundan yalnızca bir sene önce bu okulun koridorlarında okul üniformasıyla gezinen, sıralarında oturup ders dinleyen ben, şimdilerde “mezun” olmuşum. Üstelik bir de bahsettiğim dönemde editörlüğünü yaptığım, günlerce bilgisayar başında oturarak kulüp arkadaşlarım ve öğretmenlerimle birlikte yazılarını bir bir incelediğim, düzenlediğim bu derginin “Mezunlarımızdan” köşesine konuk yazar olmuşum; inanılacak gibi değil doğrusu.

Neden mi dersiniz? Şöyle açıklayayım: Enka’dan sevinçle mezun oluyoruz önce, kepleri atıyoruz, balomuzu yapıyoruz, sonrasında lise yaşamını noktalandırmanın mutluluğuyla bomboş (gerçekten bomboş) ama “lise bitti, artık üniversiteliyim” tadında heyecan içinde bir yaz geçiriyoruz. Sonra üniversiteye adımımızı atıyor; artık yavaş yavaş o liseli çocukluğumuzdan kurtulduğumuzu, ergenden çok birer genç yetişkin olmaya doğru yol aldığımızı görüyor, kendimizle için için gurur duyuyoruz. Liseden arkadaşlarımızla belki bin beş yüz kez sözleşmemize rağmen, dersler diyor, ülkeler arası zaman farkı diyor, yoğunluk diyor, finaller diyor, bir şekilde istediğimiz sıklıkta görüşemiyor, konuşamıyor, yazışamıyoruz. Bu şekilde üniversitede bir dönemi devirdikten sonra kendimizi bir sene öncekinden “çok” farklı hisseder bir biçimde, bu kez bir “mezun” olarak Enka’nın kapısını çalıyoruz. İşte bu noktada balon patlıyor; aslında kendi kendimizi kandırmışız, hiçbir şey değişmemiş. Yine bu okulun koridorlarına adım atar atmaz her bir öğretmenin o küçük liseli öğrencisi oluveriyoruz. Dolapların önünden geçerken bile “Aa bu benim dolabımdı” diye bir anda sevindirikleşiyor, oradaki sonradan eklediğimiz ‘-dı’ takısının ne denli eğreti durduğunu düşünmeden edemiyoruz; sanki yine uzansak o dolabı açacağız ve aralarına gençlik heyecanlarımızı sığdırdığımız o raflara bu kez bambaşka deneyimler dizeceğiz. Halbuki unuttuğumuz bir şey var; bizim anahtarlarımız o kilitleri açmıyor artık, bizim devrimiz geçti, biz “mezun” olduk.

Hep böyle buruk bir tadı da yok mezun olmanın. Öğretmenler odasına adımımızı atabiliyoruz artık mesela. Hatta orada öğretmenlerimizle karşılıklı bacak bacak üstüne atarak oturup iki arkadaş gibi sohbet edip kaynatabiliyoruz. Ya da göğsümüzü gere gere, bir “rapor”a gereksinim duymaksızın okulun asansörlerinde fink atabiliyoruz (meğer bunu öğrenciyken yapmak zevkliymiş, şimdi bir numarası yok, o ayrı). Oditoryumda töreni en üst kısımda öğretmenlerin durduğu yerden izleyip tanıdık yüzler görüp gülümsüyor, tanımadık yüzler gördükçe de “Biz de yaşlandık artık” diyor, kahkahayı koyuveriyoruz.

Ama en çok da geride bir iz bırakabilmiş olmak hoşuna gidiyor insanın. Mezun olduğu o sıralarda kendinden izler görünce “iyi ki yapmışım” diyor insan; iyi ki hatırlanası şeyler yapmışım. Mesela ben üniversiteden eve ilk dönüşüm olan bu günlerde (eski) kitaplığıma gidiyor ve dosyalayıp kaldırdığım Oceanus dergilerini elime alıp incelemeye başlıyorum. Ne çok emek, ne çok heyecan, ne çok tutku saklı her birinin içinde. Özellikle de editörlük günlerimi anımsıyor; kendimle de, o zamanki dergi ekibimle de, beni bu göreve yönlendiren ve beni her daim destekleyen öğretmenlerimle de gurur duyduğumu hissediyorum. Sonra okulu bir mezun olarak ziyaret edişimde kulüp öğretmenlerimle konuşuyor, sanki kendiminmişçesine sahiplendiğim bu dergiyi emin ellere devrettiğimi fark ediyor, daha bir gururlanıyorum. Bir yandan da bu görevi üstlendiğim zaman “Bu dergi senin dergindir. İstediğin değişikliği yapabilirsin.” diyerek bana koşulsuz güvenen ve kendilerinin yıllar dolusu deneyimlerine aldırmaksızın, bir 17’liğin aldığı kararlara saygı duyabilecek kadar yüce gönüllü ve ileri görüşlü olmayı başarabilen kulüp öğretmenlerime de sonsuz bir minnet duyuyorum.

Sonra bakıyorum, geçen sene bir heyecanla öğretmenlerim ve arkadaşlarımla birlikte ilkini gerçekleştirdiğimiz Psikoloji Sempozyumu’nun şimdilerde ikincisi düzenleniyor. Hem de bu kez daha da büyük ve daha da coşkulu bir grup var arkasında; bu sene geçen seneden daha da güzel olacak. İşte bunları gördükçe “iyi ki” diyorum, “iyi ki o gün ders sırasında spontane bir şekilde ortaya çıkan bu fikir üzerine çalışmışım; iyi ki bunu yalnızca sözde bırakmamış, üzerine çabalamışım”. Şimdi düşünüyorum da bize sağlanan bu özgürlüğün—bu gerek bir dergi yaratmak olsun, gerekse bir sempozyum oluşturmak—bu yaratıcı anlamda kendimizi ifade edecek platformlar oluşturma ve projeler üretme özgürlüğünün o zamanlar ne kadar farkındaydık, işte bu tartışılır…

Ancak şimdi ilk “mezun” ziyaretim sonrasında Enka’dan ayrılırken geriye dönüp bu duvarlar arasında geçirdiğim günlere bakınca şunun için seviniyorum: Hiçbir “keşke”m yok; doğrularıyla da yanlışlarıyla da hep “iyi ki”lerle doldurmuşum Enka serüvenimi.

Değerli okur,
Dilerim sen de hep “iyi ki”lerle doldurursun bu koridorlarda geçirdiğin günleri; çünkü o zamanlar çok uzun gelen o günlerin aslında ne denli hızlı geçtiğinin sonradan farkına varıyor insan.

Sevgilerle,
Sevde Kaldıroğlu
2013 Mezunu

Uçurtma

Şubat3

biliyor musun,
İstesem
seni uçurabilirim ben
bizim memlekete
bizim diyarlara.
istesem

biliyor musun
istesem
bir ‘sen’den
ve bir ‘ben’den
‘biz’i yaratabilirim ben
istesem

ya da yalnızca
istesen
(yeter ki iste sen)

22 Temmuz 2013

Yeri: Edebiyat, Şiir | Uçurtma için yorumlar kapalı

Enka 2013 Lise Mezuniyet Konuşması

Ocak20

Yaşamımda en çok heyecanlandığım ve gururlandığım anlardan biriydi belki de liseden mezun olduğum gün yaptığım o konuşma. Aradan 7 ay geçti neredeyse; ancak yine de geriye dönüp baktıkça aynı coşkuyu duyumsuyor, tüylerimin diken diken olduğunu hissediyorum. Sözü uzatmaya gerek yok sanırım… Dilerim siz de okurken benim heyecanımı paylaşırsınız.

*******************************

Merhaba,

Öncelikle hepiniz biz 2013 yılı mezunlarının mezuniyet törenine hoşgeldiniz!

Size kısaca benim kısa ama dolu dolu geçen Enka serüvenimi anlatmak istiyorum. Bundan yalnızca dört sene önce, yani lisenin başında geldim Enka’ya ben. Açıkçası ilk geldiğimde buraya alışmam çok kolay olmadı; çünkü öğrencilerin pek çoğu yuvadan beri Enka’daydı ve 8-9 senelik, sıkı temellere oturmuş arkadaşlıkları vardı. Bu sıkı arkadaşlıkların arasında kendime yer açmam gerekiyordu; itiraf etmeliyim ki tırsmıştım ilk başta. Biraz da çekingendim sanırım ve benim için yepyeni olan, ama sizler için yıllardır adeta bir yuvaya dönüşmüş bu ortamda ne yapacağıma dair çok fikrim yoktu, ürkektim. Ama bir sabah uyandım ve kendime şöyle dedim: “Bugün okula gideceğim ve kendime yakın hissettiğim insanların peşine takılacağım.” İşe yarıyor gerçekten. O günden sonra o kadar çok mükemmel insanla tanıştım ve öyle güzel arkadaşlıklar, dostluklar edindim ki—edebiyat dostu, kalem aşığı birisi olarak bile—bunları anlatmaya yetecek sözcükleri bulamıyorum.

Ama birkaç şey söylemek istiyorum bu noktada. Bugüne kadar sınavdan aldığım yüksek bir nottan kazandığım bir ödüle kadar hepinizin desteğini o kadar net hissettim ki! En çok da şu son iki senede farkına vardım bunun. Hiç unutmam, geçen aralık ayıydı, erken başvuru yaptığım üniversitenin kararı o gün açıklanacaktı. Aylardır herkesin desteğini hissediyordum, tüm arkadaşlarımın ve öğretmenlerimin benim için en iyisini istediğini biliyordum ama o gün, kararın açıklanacağı gün, okula geldiğimde yaşadığım bambaşka bir şeydi. Okulda insanlarla konuştukça her geçen dakika arkadaşlarımın, öğretmenlerimin benden daha fazla heyecanlandığını hissettim; okuldaki herkes—yakın olduğum ya da olmadığım tüm arkadaşlarım—benim için heyecanlıydı. Öyle güçlü bir olumlu enerji ve destek vardı ki iliklerime kadar hissedebiliyordum—şu an bile hissedebiliyorum bunu ve bunları söylerken bile tüylerim diken diken oluyor.

O gün akşam eve gittiğimde üniversite kararımın—başvurum tekrar incelenmek üzere—birkaç ay sonraya ertelendiğini öğrendim, ama ondan sonra da herkesin o kadar büyük desteğini hissettim ki, “birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için” derler ya, bunu yaşadım ben bu deneyim sayesinde. Ve şöyle düşündüm: Üniversite sonucu falan önemli değil, bu gördüğüm destek, kazandığım onlarca, yüzlerce yürek var ya, işte bu bana yeter…

Ben bugün okul birincisi olarak buraya çıktıysam ve şu an bu mikrofonu tutabiliyorsam, işte bu, kazandığım o yürekler sayesinde; benden desteklerini esirgemeyen ve ben umudumu yitirdiğim zamanlarda bile bana olan inancını yitirmeyen ailem, öğretmenlerim ve o yüce gönüllü arkadaşlarım sayesinde, sizler sayesinde. Bugüne kadarki tüm başarılarımda hepinizin çok emeği var; en başta bana ders çalışmayı değil, iyi insan olmayı öğreten anne ve babama, her zaman en yakın arkadaşım olarak yanımda yer alan abime ve özellikle lise yaşamım boyunca tutkularımın peşinden gitmemi sağlayan, beni bu yolda yönlendiren çok sevgili öğretmenlerime ve bana yüreğini açan siz 2013 mezunlarına çok teşekkür ediyorum.

Açıkçası bu konuşmayı benim yapacağım söylendiğinde bu konuda biraz araştırma yaptım; daha önce farklı liselerde okul birincisi olmuş kişilerin konuşmalarını dinledim. Hepsi şöyle diyordu: “Bugün hepimiz için hem hüzünlü hem sevinçli bir gün” ya da “Birbirimizden ayrılmak çok zor, kederle doluyuz”… Ben böyle demeyeceğim; çünkü ben hüzünlü değilim ve bugün mezun olacak hiçbir arkadaşımın da gerçekten hüzünlü olduğunu düşünmüyorum. Neden mi? Hüzünlü değiliz, çünkü mutluyuz biz, gururluyuz; mezun olduğumuz için, sonunda lise maratonunu bitirmeyi alnımızın akıyla başardığımız için.

Ne zaman hüzünlü olacağız, biliyor musunuz? Bundan 15 sene sonra, 30’lu yaşlara geldiğimizde, hayatımız muhtemelen bugünkünden kat kat daha karmaşık ve stresli olduğunda—yani alnımızın ortasında çıkan bir sivilceden çok daha büyük dertlerimiz olduğunda—işte o zaman geriye dönüp bugünleri anımsayacağız ve bu okulun koridorlarında hep beraber geçirdiğimiz zamanları, dersten derse koşturduğumuz, belki dershanelerde “süründüğümüz”, kar tatilini iple çektiğimiz, koridorlarda ödev yaptığımız ama daima kol kola, omuz omuza geçirdiğimiz bu zamanları çok özleyeceğiz. İşte o zaman hüzünleneceğiz. Ama bugün mutluyuz, siz anne babalarımızın, öğretmenlerimizin gözleri parlıyor, gurur duyuyorsunuz bizimle. Bizim de gözlerimiz parlıyor, biz de gurur duyuyoruz kendimizle ve minnet duyuyoruz bizi bugünlere getirenlere; anne babalarımıza, öğretmenlerimize, arkadaşlarımıza ve daima bizim yanımızda olan, elimizden tutan herkese.

Evet, belki ayrılıyoruz da bir yandan, seneye farklı ülkelere hatta farklı kıtalara dağılmış olacağız; “hepimiz birbirimizi bir daha göreceğiz” diyemiyorum çünkü bugün buradayız ama yarın farklı yerlerde farklı insanlarla tanışacağız ve bambaşka yaşamlar süreceğiz, bambaşka deneyimler tadacağız. Ama önemli olan şu: Bugün buradayız ve geride kalan yıllar boyunca da buradaydık; hep birlikte. Şair Muzaffer Uslu bir şiirinde şöyle der: “Güzel olan yaşadığımızdır, bir gün öleceğimiz değil.” İşte ben de öyle diyorum; güzel olan birlikte geçirdiğimiz yıllar, paylaştığımız değerli anlar ve birbirimize kattığımız güzellikler; güzel olan bu, bugün ya da birkaç ay sonra ayrılacağımız değil, ya da lise yaşamımızın noktalanıyor olması değil; güzel olan, paylaştıklarımız.

2013 mezunları tüm paylaştıklarımız için, bir dönem olarak bana ve bize kattıklarınız için çok teşekkürler!

Sevde Kaldıroğlu

25.06.13

Gece

Eylül23

Geceden korkma
Geceyi sev
Çünkü yalnızca bilincini uyutur geceler
Düşlerin uyumaz
Düşlerin sabahlar
Çünkü bilincinin altında saklanır düşlerin
Ve her an,
Anahtar deliğinden gözetler
Gün ışığını.

Sevde Kaldıroğlu
18.07.12

Maske

Ağustos28

İçim içime sığmıyor.
Tenime sığamıyorum.
Yüzüm yırtılacak sanki—Gerginlikten mi, sahtelikten mi?
Dilimi ısırıyorum.
Bana bakıyor—ısırıyorum.
Gözlerime değercesine bakıyor—daha fena ısırıyorum; kanarcasına, kanatırcasına—bakışlarının sıcaklığını çekti üzerimden—ve yutkunuyorum bir damla kana bulanmış sessiz sözcüklerimi. Midemin kızgın denizine değiyor sözcükler ve suskunluğun öfkeyle dansı başlıyor gövdemin dehlizlerinde.

Uyan! Uyan iradesizlik benlik! Uyan güçsüzlüğüm!
Yarına değil, bugüne değil, düne uyan!
Geceye uyan; uyan, rüyaya uyan!

25.11.12

« Eski Yazılaryeni Yazılar »