Ağustos4
Sunum: Attila İlhan’ın “Ağustos Çıkmazı” ve “Yanlış Yaşamak” Şiirleri İncelemesi
Attila İlhan Sunumu
AĞUSTOS ÇIKMAZI
beni koyup koyup gitme
ne olursun
durduğun yerde dur
kendini martılarla bir tutma
senin kanatların yok
düşersin yorulursun
beni koyup koyup gitme
ne olursun
bir deniz kıyısında otur
gemiler sensiz gitsin bırak
herkes gibi yaşasana sen
işine gücüne baksana
evlenirsin çocuğun olur
sonun kötüye varacak
beni koyup koyup gitme
ne olursun
elimi tutuyorlar ayağımı
yetişemiyorum ardından
hevesim olsa param olmuyor
param olsa hevesim
yaptıklarını affettim
seninle gelemeyeceğim attilâ ilhan
beni koyup koyup gitme
ne olursun
Attila İlhan
YANLIŞ YAŞAMAK
yanılmış bir kapıyım simsiyah
kendi üstüme kapanıyorum
seni paris’te kaybettim
yanlış bir yerde arıyorum
bozduğum her saat
içimi büsbütün daraltıyor
hiçbir mutluluğum kalmadı
ne bıraktıysan harcadım
inge bruckhart
resimlerine bakamıyorum
yanlış bir bulut çoğalıyor
akşamları yanılmış içlerime
ağzımda bozuk bir pil tadı
o korku değil artık bu yaşadığım
telefon zillerine dolaşarak
bak ne ben leipzig’deyim
ne de sen istanbul’da
ne depart kahvesi’nde çay içiyoruz
ne tiryaki köpek’te şarap
seni görmeden öleceğim
bir daha görmeden
inge bruckhart
zaten kaç yıldır yaşamıyorum
hep yanıldık mı kimbilir
inanmak gelmiyor içimden
o yanlış tren bindiğimiz midir
azala azala unutulduğumuz
hani leipzig garı’nda biten
yine yanlış mı yaşıyoruz
karanlığımızı avuçlarımıza öksürerek
sen bir kadın ıssızlığına koşulmuş
yarıdan fazla mavi gözlü
eylülden eylüle gülümseyen
ben görünmez raylara düğümlü
garlarda yankılanan bir erkek
değerinden eksiğine bozulmuş
ölüversek mi ne
en büyük yanlışlığı benimseyerek
gizli bir nem sinmemiş mi ellerine
ya saçların fena halde sonbahar
yanlışlar prensesi inge bruckhart
yine marne üzerine kar yağıyor
geceleyin bembeyaz ıhlamur ağaçları
yanıldıkça lüzumsuzluğumu anlayıp
insan yaşadığından utanıyor
uykularımızda yalnızlık korkuları
dışımızda en küstah yanlışlıklar
içimizde en başka türlü ayıp
Attila İlhan
Temmuz17
Sunum: Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır romanında korku izleğinin incelenmesi:
Yer Demir Gök Bakır Sunumu
Haziran10
Üç sene boyunca üniversitemde editörlüğünü yaptığım Avicenna Dergisi’nde bu kez Ayvalık ve İstanbul’dan fotoğraflar da yer alıyor. Geçtiğimiz kışın sayısını burada ya da aşağıda bulabilirsiniz. Ayrıca Stanford Üniversitesi öğrenci yayını olan bu derginin gelecek sayılarına İngilizce yazı yazmak isteyen, dünyanın her yerinden üniversite öğrencileri ve mezunlar, yazılarını İngilizce bir girişle avicenna.stanford@gmail.com adresine yollayabilir. Dergiyle ilgili detaylı bilgiye internet sitesinden ulaşabilirsiniz.
Mart24
“Yazarken asla okuyucuyu düşünmedim. Kendi dilimi, metnini yaratmaktan başka; okuru eğlendirmeyi, kaç satacağımı, beğenilip beğenilmeyeceğimi, eleştirmenlerin hoşlanacağı gibi yazmayı falan hiç düşünmedim.”
Ne yürekli sözler Leyla Erbil’in söyledikleri! Kendi dilini, metnini yaratmaktan öte hiçbir çıkar gütmeyen, neredeyse ütopik denebilecek bir yazın şekli. Erbil’in sözlerinde saygı duyulası bir yücelik, yüreklilik ve tokgözlülük yatıyor aslında. Öyle ya yazma sürecinde anın sınırları içinde kalmayı başarıp noktadan ötesini düşünmemek kulağa geldiğinden de epey zor bir beceri. Ödülü ise kayda değer: yalnızca kendi için var olan, saf, cüretkar ve güçlü, çok güçlü bir yazı. Bu ödüle gerçekten sahip olabilen kaç kalem, kaç yazar vardır, kestirmek güç; tam anlamıyla bilmek ise—bana sorarsanız—olanaksız. Kendim için konuşmak gerekirse, okuru bir kez bile düşünmeden yazdığım bir yazı dahi olmadı, diyebilirim açıksözlülükle. Ancak çocukluktan beri süren yazma serüvenimde okur ve beğeni kaygısını kalemimin ucundan ta zihnimin berilerine kadar itelemeyi başardım. Boyutunu küçülttüm, sınırlarını daralttım ama yok edemedim; hiç yok edebilecek miyim peki? Belki yıllar geçtikçe kalemim piştikçe başaracağım bunu, belki de pek çoğumuz gibi hiç başaramayacağım.
24.02.13
Ocak14
Sözcükler boğazımda
fakat ilerlemiyor
ne bir aşağı
ne bir yukarı
ilkbahar 2013
Böyle anlar geliyor, sözcükler boğaza diziliveriyor, tıkıyor, boğuyor; bazen öldürüyor sessizlik. Fakat yazı burada, yazının sesi hep yüksek, hep güçlü. Kalem dile derman olabiliyor pek çok zaman.
1 Şubat’ta Sevde’nin Günlüğü’nün yedinci yılı dolacak. Nereden nereye. Yazar suçlu; yazmadığı için, yeterince yazamadığı için. (En çok da yeterince Türkçe yazı yazamadığı için.) Ama okur affeder. (Affeder, değil mi?)
2017 daha dolu olsun, umut dolu, yazı dolu. Ne de olsa kâğıdın öteki tarafında siz varken yazmak daha bir güzel.
Sağlıcakla,
Sevde Kaldıroğlu
13.01.17