Temmuz21
1923 Türk-Rum nüfus mübadelesi sırasında Türkiye’ye göç eden mübadiller, hazırlıkların ve alınan önlemlerin yetersizliği ve ülkenin savaştan çıkmış hasarlı durumu gibi nedenlerden dolayı göç, yerleştirilme ve yeni bir yaşam kurma süreçleri boyunca yoksulluk, evsizlik ve uyum sorunu gibi zorluklarla karşılaşmışlardır.
İÇİNDEKİLER
i) Giriş
ii) Mübadele Öncesi Türkiye’de Türk-Rum Demografik Yapısı
iii) Mübadele Sırasında Yaşanan Güçlükler
iv) Yerleştirilme Sürecinde Yaşanan Güçlükler
v) Mübadiller Yerleştirildikten Sonra Ortaya Çıkan Sorunlar
vi) Sonuç
vii) Kaynakça
———————————————————————
i) Giriş
I.Dünya Savaşı’nda yenilen tarafta bulunan Osmanlı Devleti’nin galip gelen İtilaf devletleri tarafından işgal edilmeye başlanmasına tepki olarak, Türkler 1919’da Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış; Batı Cephesi’nde Yunanlılarla mücadele eden Türkler savaşın sonunda galip gelmiştir. Ancak iki ülke arasında yaşanan mücadele ve gerginlik Yunanistan’da Türklerin, Türkiye’de de Rumların barınmasını zorlaştırmış, bir çözüm yolu bulunmasını gerekli kılarak mübadeleyi “zorunlu bir ihtiyaç” haline getirmiştir.[1] Nitekim 1923 Lozan Barış Antlaşması’nda karara varılarak Batı Trakya’daki Türkler ile İstanbul’daki Rumlar istisna olmak üzere Türkiye’deki Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler zorunlu göçe tabi tutulmuş, iki ülke arasında nüfus mübadelesi yapılmıştır. Türk-Rum nüfus mübadelesi ile 1923’te Yunanistan’a 1.250.000 – 1.400.000 Rum, Türkiye’ye yaklaşık 350.000 Türk göç etmiştir.[2] Bu makalede 1923 ile 1924 yılları arasında Türkiye’ye göç eden mübadillerin, mübadele sırasında ve sonrasında karşılaştıkları sorunlar ele alınacaktır.
[1] Ali Onay ile yapılan 17.07.12 tarihli sözlü görüşme
[2] Bkz. Hirschon, Mübadele Çocukları, s. 34
ii) Mübadele Öncesi Türkiye’de Türk-Rum Demografik Yapısı
Mübadelenin yol açtığı sıkıntıları incelemeden önce mübadele öncesi Türkiye’deki Türk-Rum demografik yapısına değinmekte fayda vardır. 1919 Şubat ayında yapılan tespite göre Anadolu’nun yaklaşık %15’ini oluşturan gayrimüslim nüfusun yarısından çoğu Rumlardan oluşuyordu (Bkz. Tablo 1). Ayrıca Trakya’da nüfusun yaklaşık %26’lık dilimini, İstanbul’da—o dönemki adıyla Dersaadet—ise nüfusun %29’luk dilimini Rumlar kapsıyordu.[3] Zamanla Anadolu’da Müslüman sayısı artarken Ege’de özellikle de etkin ticari faaliyetlerinden dolayı Rumların çoğaldığı gözlemlenmiştir.[4] Bu noktada 1912 ile 1922 arasında I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı nedeniyle Anadolu nüfusunun %20’sinin yok olduğunu ve savaş sırasında azınlık nüfusunun bir kısmının farklı ülkelere göç ettiğini belirtmek gerekir. Böylece yavaş yavaş tam anlamıyla ulus-devlet yapısına bürünen Türk devleti toplumsal olarak da homojenleşme sürecine girmiştir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nin “ilk ve büyük sorunu” olan nüfus mübadelesi bu toplumsal homojenleşme ve uluslaşma sürecini hızlandıracaktır.[5]
(a)
|
Kişi sayısı |
Toplam nüfusa oranı |
Trakya’daki kişi sayısı |
Belirtilen grubun Trakya’daki nüfusunun toplam nüfusuna oranı* |
İstanbul’daki kişi sayısı** |
Belirtilen grubun İstanbul’daki …(a)… nüfusunun toplam …(a)…. nüfusuna oranı* |
Müslüman |
9.291.346 |
% 85 |
360.417 |
% 4 |
580.432 |
% 6 |
Rum |
1.014.612 |
% 9 |
224.680 |
% 22 |
242.559 |
% 24 |
Ermeni |
542.572 |
% 5 |
19.888 |
% 4 |
– |
– |
Tablo 1: 14 Mart 1914 Osmanlı Verilerine Göre Anadolu İllerinde Nüfus Dağılımı
|
*İlk dört sütun ve altıncı sütundaki bilgiler doğrudan Turan’ın “Mübadelede Ayvalık” adlı yüksek lisans tezinden alınmış; beşinci ve yedinci sütunlardaki oranlar ise bu sayılara dayanarak sonradan hesaplanmış ve elde edilen sonuçlar en yakın tam sayıya yuvarlanmıştır.
**Adı geçen tezde “İstanbul” değil, aynı anlama gelen “Dersaadet” ismi kullanılmıştır.
[3] Bkz. Turan, “Mübadelede Ayvalık”, s. 33
[4] Turan, agt , s. 31
[5] Bkz. Kiracı, “Cumhuriyet Döneminin İlk Göçü: Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi”, s. 3
iii) Mübadele Sırasında Yaşanan Güçlükler
Mübadele sonucunda her ne kadar Rum göçmenler de Türk göçmenlere benzer sorunlarla karşılaşmış olsa da iki ülkenin bulundukları durum, toplum yapıları ve aldıkları dış yardım konusundaki ayrımları bu süreçlerin farklılık göstermesine sebep olmuştur. Bu farklılıkların başında Kurtuluş Savaşı’nda yaşanan mücadelelerin Anadolu’da gerçekleşmiş olması gelmektedir. Batı Cephesi’nde her ne kadar Yunanlılar ile Türkler savaşmışsa ve Yunan ekonomisi de bu çatışmalarla bunalıma sürüklenmişse de, bu savaşların tümü Türk topraklarında geçtiğinden Türkiye’nin manevi yönden olduğu kadar fiziki ve maddi yönden de büyük bir yıkıma uğradığı söylenebilir. Mahmut Celal Bayar’ın tanımıyla “yanık ve harap” olan yurtta, gelen mübadilleri yerleştirmek oldukça güç olmuştur.[6] Bu güçlüklerin giderilememesinde Türk hükümeti sık sık plansızlık ve “programsızlık”la suçlanmış ve eleştirilere maruz kalmıştır.[7] Bu eleştirilerin yersiz olduğunu söylemek olanaksızdır; zira mübadillerin yerleştirilmesi sürecinde yaşanan sıkıntıların uzun süren etkileri olmuştur. Öncelikle mevsimin kış olması göç sürecini daha da zorlaştırmış, göçmenler arasında hastalıkların artmasını hızlandırmıştır. Bu hastalıklar arasında en yaygını sıtma—diğer adıyla malarya—dır.[8] Bu tür salgınların yerli halka da taşınmasından korkulduğundan göçmenlerin sağlık durumları sıkı bir şekilde denetlenmiş, bazı hastalıklara yakalanmış göçmenler karantina bölgelerine alınmıştır. Bu sıkı denetimin, göç sürecini oldukça uzattığı ve mübadiller üzerinde manevi bir baskı oluşturduğu söylenebilir.
[6] Bkz. Arı, Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), s. 111
[7] Arı, agy , s. 110
[8] Arı, agy , s. 150
iv) Yerleştirilme Sürecinde Yaşanan Güçlükler
Mübadillerin Türkiye’ye ulaşmasından sonraki yerleştirilme süreci şüphesiz göç sürecinden daha sancılı olmuştur. Öncelikle göçmenler, dinlenme yeri işlevi gören misafirhanelere yerleştirilmişlerdir. Ancak kısa süreli kullanılması gereken bu alanlar—Yunanistan’a göç eden Rumların bıraktığı ve gelen göçmenlerin yerleştirileceği evler “fuzuli işgaller”[9] altında olduğundan—mübadillere uzun bir süre ev sahipliği yapmak zorunda kalmıştır. Bu sırada misafirhanelere sığmayan göçmenlerin bir kısmı sokaklarda barınmış, bunun yanı sıra “ciddi bir beslenme sorunuyla” karşılaşılmış ve giyecek eksikliği yaşayan göçmenler soğukla karşı karşıya kalmıştır. Doç. Dr. Kemal Arı bu durumu şu sözlerle ifade etmiştir: “Görülüyor ki, mübadele yoluyla Türkiye’ye gelen göçmenlerin neredeyse tümü pek perişan bir durumdaydı ve tamamına yakını kendi kendini besleyemeyecek ölçüde yoksuldu.” “İaşe” olarak anılan, göçmenlerin yeme, içme ve barınma gereksinimlerini karşılama işi yalnızca 1923 yılı için 343.758 liraya mal olmuştur. Bu tutarın 1924’te çok daha fazla arttığı ve bu yılda göçmenlere harcanan 4.952.208 liranın büyük çoğunluğunun mübadillerin iaşesine gittiği tahmin edilmektedir.[10]
Mübadele sürecinde Türk devleti tüm yükü tek başına yüklenmemiş, Hilal-ı Ahmer—bugünkü ismiyle Kızılay—başta olmak üzere yardım kuruluşlarından ve halktan büyük destek almıştır. Hilal-ı Ahmer Cemiyeti mübadiller için 1923 ile 1925 arasındaki üç yıllık zaman diliminde toplam 616.767 lira harcamıştır. Ayrıca halktan gelen giyecek, eşya, erzak, tıbbi malzeme, ulaşım aracı, çadır gibi bağışların parasal değeri ile Hilal-ı Ahmer’in yardımları yalnızca 1924 yılı için hesaplandığında toplam 1.020.726 lirayı bulmuştur. Bunun yanı sıra, uluslararası bir yardım kuruluşu olan Salib-i Ahmer’den (Kızılhaç), Muharicin-i İslamiye İskan ve Teavün Cemiyeti gibi İslam topluluklarından da destek alınmış, bu şekilde din birliği öne sürülerek Hindistan ve Mısır gibi Müslüman toplumlardan yardım istenmiştir. Ancak elde edilen yardım, beklenenden oldukça düşük olmuştur.[11]
Göçmenlerin misafirhanelerde, planlanandan fazla bir süre boyunca ağırlanıp iaşelerinin gerçekleştirilmeye çalışılmasından sonra sıra onların kalıcı anlamda evlere yerleştirilmelerine gelmiştir. Yerleştirilme sürecini sıkıntıya sokan pek çok unsurdan ilk ikisi, göçmenlere ayrılmış ancak fuzuli işgal altında olan evlerin boşaltılmasının zorlukları ve yoğun yığılmayla ortaya çıkan kalabalık nüfusu yerleştirmek için özellikle İzmir ve Ankara gibi büyük kentlerde çok az sayıda boş ev bulunmasıdır. İzmir’de terk edilmiş evlerin bulunduğu bir-iki mahallede daha sonra yapılan araştırmaya göre aslında göçmenlere ayrılmış olan bu evlerin yalnızca 52’sinde mübadillerin oturduğu; 44’ünü memurların, 27’sini yangın mağdurlarının, 14’ünü ise kendilerine yangın mağduru süsü veren fırsatçıların kullanmakta olduğu saptanmıştır. (Arı, 116) Bu fuzuli işgal, yalnızca evlerle sınırlı kalmamış, mübadeleyle giden Rumların terk ettikleri mallar için de geçerli olmuştur. Bırakılan evleri, toprakları ve değerli eşyaları ele geçirenlerin kimileri kendilerini gizlemeyi başarmışlardır. Bu da, “pek çok aksaklıklara karşın” sürdürülen ev boşaltma işleminin yarattığı zaman kaybına ek olarak göçmenlere verilebilecek barınak, toprak ve mal miktarını önemli ölçüde azaltmıştır. (Arı, 119) Uzun çalışmalar sonucu boşaltılan evler ise onarıma tabi tutulduğundan göçmenlerin yerleştirilmesi süreci daha da uzamıştır. Ayrıca “(m)übadele kapsamına girmeyen(…) sığınmacı göçmenler” ile başka illerden ve ülkelerden gelen göçmenlerin de yerleştirilmesi, terk edilmiş evlerden boşaltılanların ve gelen yardımların tümünün mübadillere ayrılamamasına sebep olmuştur.[12]
[9] Fuzuli işgal: Bir taşınmaz malı sahibinin izin ve rızası olmadan ele geçirmek. (T.C. Adalet Bakanlığı Hukuk Sözlüğü)
[10] Arı, agy , s. 98-99
[11] Arı, agy , s. 103-104-105
[12] Arı, agy , s. 125
v) Mübadiller Yerleştirildikten Sonra Ortaya Çıkan Sorunlar
Mübadiller yerleştirildikten sonra sorunlar bitmiş gibi görünse de durumun böyle olmadığı açıktır. Zira belli yörelere yerleştirilen mübadiller uzun yıllar boyunca ciddi zorluklarla yüz yüze gelmişlerdir. Yerleştirme sürecinden sonra öncelikli olarak göçmenlerin “devlete yük olmaktan çıkarılıp, kendi geçimlerini sağlayacak biçimde üretici duruma getirilmeleri” ve “savaş öncesinin üretim düzeylerine erişme(k)” amaçlanmıştır.[13] Bu nedenle Yunanistan’da sürdürdükleri mesleklerine devam etmeleri hedeflenen göçmenler, mesleklerini olabildiğince icra edebilecekleri alanlara yerleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak kimi ailelerin geldikleri yöreyle yerleştirildikleri yörenin tarım açısından oldukça farklı özelliklere sahip olması üretime geçmelerini zorlaştırmış, bazı durumlarda olanaksız kılmıştır. Ayrıca bazı mübadillerin kendilerine uygun yörelere yerleştirilmelerine rağmen, o dönem tarım mevsiminin geçtiği bir zamana denk geldiğinden, üretime geçiş, istenen hız ve verimlilikte sağlanamamıştır.
Yeni yurtlarında mübadillere, geldikleri yerlerde sahip oldukları varlıkları devlet tarafından tahsis edilmeye çalışılmış, ancak mal ve toprak dağıtımında çıkan sorunlar mübadiller için büyük bir ekonomik sıkıntı oluşturmuştur. Bu noktadaki en büyük sorun, pek çok göçmenin, geldikleri yerlerdeki varlıklarını gösteren “yazılı ve düzenli” bir mal bildirim belgesine sahip olmaması, bu nedenle göçmenlere verilecek mal ve toprak miktarının belirlenememesidir. Belge eksikliği, pek çok kişinin “hakkı olan payı” alamamasına yol açmıştır.[14] Bunun yanı sıra, bu yörelerde yerli halka ait toprakların ortak sınırlarının kesin bir şekilde belirlenmemiş olması durumu büsbütün içinden çıkılmaz bir hale getirmiş, yerli halkın da mübadillere dağıtılacak araziler üzerinde hak iddia etmelerine sebep olmuştur. Kemal Arı, bu belirsizlikler sonucu ortaya çıkan adaletsiz durumu, “Türkiye’de mal edinme ve tasarrufu hiçbir zaman doyurucu ve adil bir biçimde gerçekleşmedi.” şeklinde dile getirmektedir. (Arı, 115)
Prof. Dr. Cevat Geray’ın araştırmasına göre, 1923 ile 1933 arasında çiftçi göçmenleri üretime geçirmek üzere devlet tarafından aile başına ortalama 39,6 dönüm toprak verilmiştir. (Arı, 145) Ancak mübadeleyi bire bir yaşamış olan Girit doğumlu mübadil Ali Onay, büyük bir göçmen kitlesi olarak Ayvalık’a yerleştirildiklerinde kendilerine Yunanistan’da olduğundan çok daha az zeytin ağacı ve toprak düştüğünü, bu nedenle pek çok mübadilin Ege Bölgesi’nde geçimini sağlayamayıp ekonomik zorluklarla karşılaşarak Anadolu illerine göç etmek zorunda kaldığını belirtmiştir.[15] Bu şekilde Yunanistan’dan gelen göçmenlerin belli bir şehre kolayca yerleşemeyip göçebe yaşamlarını bir müddet daha sürdürdükleri ve maddi sıkıntılar çektikleri söylenebilir. Nitekim 28 Ekim 1925’te bir kısır döngü halinde devam eden iç göçleri engellemek adına “göçmenlerin, yerleştirilecekleri yerde beş yıl boyunca oturmaları”nı zorunlu kılan bir yasa bile çıkarılmıştır.[16]
Mübadelenin önemli bir başka boyutu da Yunanistan’daki yerleşik yaşamlarından koparılıp önceden aynı köy ya da mahallede bir arada yaşadıkları komşularıyla ayrı düşen göçmenlerin toplumsal uyum sürecinde yaşadıkları sıkıntılardır. Bu durumun çarpıcı bir göstergesi olarak ailelerin dahi mübadele sürecinde bölündüğüne dair, “kızı Samsun’un bir köyünde, ana-babası İzmir’de olan aileler” örneği verilebilir. (Arı, 111) Maddi sıkıntıların uyum sorunlarıyla birleşmesi, göçmenler arasında uzun yıllar boyu sürecek yakınmalara yol açmıştır. Tıpkı Yunanistan’a göç eden Rumların Anadolu’yu vatan olarak görmeleri gibi, mübadeleyle Türkiye’ye gelen Türklerden de eski yurtlarına olan bağlılıklarını yitirmeyip orayı vatan kabul edenler olmuş, bu koparılma hissi bireylerdeki kimlik bunalımını tetiklemiştir.
[13] Arı, agy , s. 126-128
[14] Arı, agy , s. 138-140
[15] Ali Onay ile yapılan 17.07.12 tarihli sözlü görüşme
[16] Arı, agy , s. 155
vi) Sonuç
Sonuç olarak Türk-Rum nüfus mübadelesi Türkiye’nin savaştan maddi ve manevi hasarla çıkmış bir ülke olması ve devletin mübadele için gerekli önlem ve hazırlıkları başarıyla gerçekleştiremeyip fuzuli işgal, mal-toprak dağıtımı ve yanlış yerleştirme gibi sorunları kısa sürede etkili bir şekilde çözememesi sonucunda mübadiller için pek çok sıkıntıya yol açmıştır. Bunun yanı sıra, kış mevsimi gerçekleşen mübadelede hastalıkların yaygınlığı ve beslenme ve giyecek eksiklikleri ile Türkiye’ye gelen dış yardımın az olması, göçmenlerin yeni yurtlarına alışamayıp kimlik bunalımı çekmeleriyle birleşince sorunların büyüklüğü de etki süreleri de artmıştır. Ancak Türkiye’ye gelen mübadiller göç, yerleştirilme ve yeni bir yaşam kurma süreçleri boyunca büyük sıkıntılarla karşılaşmış olsalar da göçmenler zamanla bu sorunları aşarak Türk ekonomisine ve toplumsal yapısına farklı, ulusal bir boyut kazandırmayı başarmışlardır.
vii) Kaynakça
- Arı, Kemal. “Büyük Mübadele: Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925)”. 3.Baskı. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003.
- Hirschon, Renee. “Mübadele Çocukları”. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
- Ali Onay ile yapılan 17.07.12 tarihli sözlü görüşme
- Tekeli, İlhan.“Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”. Toplum ve Bilim, 50 (Yaz, 1990).
- Turan, Gönenç (2008), “Mübadelede Ayvalık”, Yüksek Lisans Tezi (Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü), Danışman: Doç. Dr. Kemal Arı.
- Kiracı, Mehmet (2006), “Cumhuriyet Döneminin İlk Göçü: Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi”, Yüksek Lisans Tezi (Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), Danışman: Yrd. Doç. Dr. Hamdi Alaslan
- Karacaer, Gül (2006), “Türkiye Kent Yaşamı ve Mübadiller (1923-1930)”, Yüksek Lisans Tezi (Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü), Danışman: Öğrt. Gör. Leyla Kırkpınar
- “Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Hukuk Sözlüğü”. 22 Ocak 2013.<http://www.uyap.gov.tr/destek/hs/index.htm#>
Kısaltmalar
- agy : Adı geçen yapıt
- agt : Adı geçen tez
Bu tez çalışması IB (Uluslararası Bakalorya) Programı kapsamında “20. Yüzyılda Türkiye” dersi için Sevde Kaldıroğlu tarafından yazılmış ve IB tarafından incelenerek 7 üzerinden 7 notuna layık görülmüştür.
Ocak 2013