Neden İnceliyoruz?
Kadın ve Güzellik Kavramı üzerine
Güzel bir kadın canlandırın gözünüzde.
Unutmayın o kadını, bu yazıyı okurken belleğinizin bir köşesinde dursun. Tepkilerini iyi gözlemleyin güzel kadınınızın; çünkü ilerleyen satırlarda pek çok hemcinsiyle karşılaştıracak kendisini, belki memnun kalmayacak bundan, belki de kendisiyle gurur duyacak ama umuyorum ki ne kadar göreceli ve ne kadar acımasız bir kavramın ürünü olduğunu –tıpkı sizin gibi– fark edecek o da.
Bu yazı boyunca yalnızca güzel kadınlardan bahsedeceğim; farklı zamanların ve farklı kültürlerin farklı güzel kadınlarından.
Yıl M.Ö. 5500. Yazı yok henüz. Ateş var, su var, erkek var, kadın var. Hem de kadın, tanrıça; kadın, bereket simgesi. O dönemden kalan kadın heykellerine, bir başka deyişle o dönemin ideal kadın figürlerine baktığımızda alışık olmadığımız görünümlerle karşılaşıyoruz ve ‘’Obez bunlar’’ diyerek teşhisi koyuyoruz hemen. Halbuki bugün yerdiğimiz ‘’şişmanlık’’ kavramını o zamanlarda tanrıçalara layık gördüklerini unutuyoruz.
Antik Çağlar’dan ileriki yüzyıllara gelirsek aradan geçen zamanın ‘’güzel kadın’’ kavramını çok fazla değiştirmediğini dönemin kadın portrelerinden anlayabiliriz. 16.yüzyılda Alessandro Allori’nin Bianca Cappello’yu resmettiği tablosu günümüzle çelişen bir güzellik kavramı sunar bize. Bir İtalyan soylusu olan Bianca Cappello güzelliğiyle nam salmış bir kadındır, nitekim bizim Victoria’s Secret modellerimize benzemez kendisi. Tombul bir vücudu, yuvarlak bir yüzü ve hatta çenesinin altında bombeli bir gıdısı vardır. Aynı döneme ait benzer bir ‘’güzel kadın’’ tasviri çok daha tanıdık bir ismin, William Shakespeare’in, ‘’Venüs ve Adonis’’ şiirinde görülmektedir. Günümüzde iki karşıt kavram olarak görülen ‘’güzellik’’ ve ‘’tombul’’ sözcükleri İngiliz şairin bu şiirinde alt alta dizelerde bulunur; şair, Venüs’ün görkemli güzelliğini tasvir ederken onu ‘’tombul’’ olarak niteler. [i]
İki yüzyıl sonra İspanyol ressam Francisco Goya’nın yapıtlarına baktığımızda tombul kavramının halen güzellik kavramıyla birlik içinde olduğunu gözlemleriz. Goya’nın 1700’lü yılların sonlarında resmettiği La Tirana’sı ve 1803 yılında tamamladığı Maja Vestida’sı bu tombul ve güzel kadın figürlerine örnek gösterilebilir. Ancak özellikle Maja Vestida’da ideal kadın figürünün belinin incelmeye başladığı görülmektedir. Buna rağmen incelen yalnızca belidir, vücudunun geri kalanı dolgun ve tombuldur.
Louisa May Alcott ise, 1868-69 yılları arasında yazdığı Küçük Kadınlar romanında Margaret karakterini ‘’çok güzel, açık tenli ve tombul’’ olarak niteler. Bu özelliklerin yalnızca belli eserlere ait olmadığı, o yüzyıllarda kadının üzerine yüklenen güzellik ölçütlerini oluşturdukları yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki bugün kilolu insanları ‘’şişko’’ olarak sınıflandıran toplum, o dönemin zayıf insanlarını ‘’sıska’’ olarak niteliyordu; dahası, zayıf kadınlar güzellik ölçütlerinden uzak görülmekle birlikte eş bulumunda da ‘’bahtsız’’ olarak kabul ediliyordu.
Özellikle 19.yüzyılla birlikte ideal kadın vücudu kum saati şekline büründü. Bir başka deyişle kadın incecik bir bele ve buna karşın geniş basenlerle dolgun göğüslere sahip olmalıydı. Bu denli uç vücut ölçüleri anatomik olarak mümkün olmadığından kadınlar korse kullanıyordu; ancak beli aşırı derecede incelten korseler iç organları sıkıştırıyor, nefes darlığı ve tansiyon sorunları gibi sağlık sıkıntılarına yol açarak zaman zaman kaburga kemiklerinin kırılmasına bile sebep olabiliyordu. 1900’lü yılların başlarında Camille Clifford kum saati figürü ve korseyle sıktığı incecik beliyle dönemin ünlü modellerindendi. Viktorya döneminde kadınların sık sık bayılmasının sebebinin bu korseler olduğu sonradan anlaşılmıştır.
Batı kültüründe güzellik kavramı gitgide incelen bir yolda ilerlerken farklı kültürlerde aynı kavram çok farklı boyutlardaydı. Tayland ve Burma’da kadınlar yüzyıllardır uzun boynun bir güzellik göstergesi olduğuna inanıyor, boyunlarını uzatmak için çocukluktan itibaren boyun halkaları takıyorlardı. Bu halkalar yaşları ilerledikçe artıyor, omuzlarına baskı yaparak kadınların kemik yapılarında bozulmalara yol açıyordu. Bu geleneğin günümüzde halen bazı kabilelerde devam ettiği söylenmektedir.
Güzellik uğruna katlanılan bir başka eziyet ise Çin’de yüzlerce yıldır süren ayak bağlama geleneğiydi. Tıpkı Batı’nın ince beli ve Burma’nın uzun boynu gibi Çin toplumu da küçük ayakları güzellik ölçütü olarak kabul ediyordu. Kadınlar ayaklarını –normal bir ayağın üçte biri boyunda olması için– çocukluktan itibaren bağlayarak öne doğru kemik gelişimini durduruyorlardı. Bu şekilde eğri bir biçimde büyüyen ayak, güzel olarak görülen kısa boya ulaşıyordu. ‘’Lotus ayak’’ olarak da anılan bu gelenek Çinli kadınlar için bir eziyet niteliği taşıyordu. Yeni Zelanda’da ise özellikle yüze yapılan Ta Moko adındaki dövme türü bir güzellik ve toplumsal statü simgesiydi. Yüzlerini bu dövmeyle kaplayan kadınlar güzel olarak niteleniyordu.
Dünyanın farklı yerlerinde güzellik farklı biçimlere bürünürken Batı’da da değişik şekillere dönüşmeyi sürdürüyordu. Nihayet pek çok sağlık sorununun sebebi olduğu anlaşıldıktan sonra korse, ‘’zararlı’’ damgası vurularak terk edilmişti. 1950’li yıllara gelindiğinde yeni güzellik standartları, korseli incecik bellerden sıyrılıp yerini Marilyn Monroe gibi balık etli kadın figürlerine bırakmıştı. Halen kum saati kalıbının etkileri görülse de kadının beli büyük ölçüde kalınlaşmış, çok daha sağlıklı ölçülere kavuşmuştu. Fakat hızla gelişen teknoloji, medya ve moda kültürüyle ideal kadın vücudu bu kez yalnızca belden değil, basenlerden, bacaklardan ve hatta kollardan bile incelmeye başladı. Öyle ki 21.yüzyılda aktris Keira Knightley gibi ince yüzlü, ince belli ve ince bacaklı kadınlar –iki yüzyıl öncesinin ‘’sıska’’ kadınları– ‘’güzel’’ olarak görülmeye başladı. İncelme modasıyla son yıllarda gelişen diyet sanayisi zirveye ulaştı; günümüzde ABD’de diyet sektörü 40 ila 100 milyar dolar arası bir gelire sahip.[ii]
Bugün modern dünyanın kadınları diyet yapıyor ya da kilo almamak adına yediklerine ‘’dikkat ediyor’’. Bugün iş hayatına atılan modern kadın, maaşının yarısını kilo vermek adına diyet ürünlerine yatırıyor. Fakat o bunu ‘’sağlık’’ adına yapıyor, kilo vererek yağlarından kurtuluyor, alması gereken kalorinin yarısını alarak ve vücut kitle indeksini normalin altına düşürerek ‘’sağlıklı’’ bir vücuda kavuşuyor. Modern kadın erkek gibi güçlü olmak adına kas yapıyor, sıkılaşıyor, inceliyor; kadınlara ikinci sınıf muamelesi yapılmasını protesto ederken kadının bir güzellik nesnesi olarak görülmesi üzerine kurulu olan bu güzellik ölçütlerini benimsiyor, dahası bunlara uymaya çalışıyor.
Modern kadın erkekle fırsat eşitliğine sahip olmayı savunurken öğle yemeğinde kebap yiyen erkek iş arkadaşının yanında kuru bir salatayla yetiniyor, sonra da orada burada ‘’kadın-erkek eşitliği’’ nutukları atıyor. Çinli kadınların ayaklarını bağlayarak, Taylandlı kadınların boyunlarına halkalar takarak, Viktorya dönemi kadınlarının korse kullanarak yaptığı eziyet bugün modern kadının vücudunda belki de en ağır ve en umutsuz şekliyle devam ediyor.
Geçmiş yüzyıllarda kadın, güzellik standartları altında sürekli ezilmiş, eziyet çekmiş; peki medeniyetin doruğuna ulaştığımız bugünümüzde ne değişti? Kadın halen bir güzellik nesnesi olarak görülüyor –burada ‘’görülüyor’’ demek yanlış olur; çünkü kadın halen kendini bir güzellik nesnesi olarak göstermeye devam ediyor ve kendine yaptığı bu eziyeti ‘’güzellik’’ adı altında erkeğe de öğretiyor.
Nitekim bugün modern dünyanın modern kadınları olarak neden inceliyoruz? Çünkü inceliyoruz; birbirimizi, vücutlarımızı. Şekillerimizi inceliyoruz ve yargılıyoruz ‘’o’’nu ve ‘’onlar’’ı, fikirleriyle değil, şekilleriyle yargılıyoruz. ‘’İnce’’yi yüceltiyoruz ve inceldikçe yüceleceğiz sanıyoruz; oysaki biz ‘’zayıf’’ sözcüğünü iltifat olarak kullanmaya, yediğimiz lokmayı saymaya ya da ‘’ince’’yi takdir etmeye, ‘’ince’’ye özenmeye devam ettikçe kadın olarak o yaklaştığımızı sandığımız fırsat eşitliğine hiçbir zaman ulaşamayacağız.
Bugün dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor fakat kadınlar toplam gelirin %10’una, toplam mal varlığının ise yalnızca %1’ine sahip. Ancak modern kadın ‘’güzellik’’ etiketinden kurtulup toplumun şekilciliğini beslemekten vazgeçtiği sürece bu istatistikler gelişebilir; kadın, şekli yerine fikrine odaklandığı takdirde gerçek özgürlüğünü elde edebilir. Aksi halde modern kadının ince bilekleri güzellik ölçütlerinin prangalarına bağlı kalmaya mahkum.
Sevde Kaldıroğlu
19.03.12
[i] Ali Luke’un ‘’Celebrating Women with Curves: A Historical Perspective’’ adlı makalesinden esinlenilmiştir.
[ii] Bkz. Laura Cummings’in BBC News web sitesindeki ‘’The Diet Business: Banking on Failure’’ adlı haberi:
İddialı ve nefis 🙂
Teşekkür ederim 🙂
bütün olarak da harika bir “inceleme” yazısı olmuş, ancak son iki paragrafı neredeyse alkışlayarak okudum..tebrik ederim ve takipteyim:)
Çok teşekkür ederim 🙂
İlk okuduğumda da çok beğenmiştim, harika bir araştırma bu. Bence kesinlikle bir kadın dergisinde yayınlanmalı bu. Hatta Kadın Hakları Derneği bu yazıyı düstur edinmeli, belki böylece anlayabiliriz kadının obje olarak neden değerlendirildiğini. Buna nasıl kendimizin sebep olduğunu. Tebrik ediyorum canım, ellerine sağlık.
Teşekkür ederim, keşke yayımlansa gerçekten! 🙂