Sevde'nin Günlüğü

Yazmayı seviyorum…

Kabin

Aralık4

Kadın şeklinin altındaki o iki harfi görür görmez hızla içeri attım kendimi. Boş kabinlerden birine girip kapıyı sıkıca kapadım. Başka bir kapının açıldığını duydum; içeri birileri girmişti. Mızmız bir çocuğunkini andıran bir ağlama sesi ilişti kulağıma; aynı anda kadının çirkin sesi yankılandı tuvaletin koridorunda:

– Kaçıncı ayağıma basışın, ha, kaçıncı?

Yanıt beklemeyen, yalnızca iğrenme ve hiddet duygularını aktarma işlevi gören bu soruya herhangi bir cevap alamayan kadın daha da öfkeyle bir daha bağırdı:

– Gir şuraya, gir! Yap çişini hemen!

Yanımdaki kabinin kapısının açıldığını, çocuğun hıçkırıklarına karışan o sinir bozucu gıcırtıdan; bir de aradaki alt boşluktan benim tarafıma düşen gölgenin deviniminden anlamıştım. Kapının çarptığını duydum; başka bir çarpma sesi daha yükseldi ve ardından çocuğun boğulurcasına hıçkırıkları. Oturduğum yerde titredim, kalbim hızlandı; soğuk soğuk terlerken çığlık atmak istedim ya da orada hiç bulunmamış, bunları hiç duymamış olmak istedim. Görünmez olup koşmak ve alabildiğine kaçmak istedim. Ama gözlerimi yumup açtığım o anda yine o iğrenç gri kabin duvarlarını ve kirli fayansları gördüm. Sonra o yırtılası ses devam etti:

– Etsene lan, etsene!

Ve ardından bir daha vurdu –Kırılsaydı elleri. Öfkeyle vurdu –Tuvaletin bir avuç suyunda boğuluverseydi. Tüm gücüyle, kendi zayıflığını ve kendi çirkinliğini bulaştırmak istercesine vurdu.

Ayağa kalktım. Tüm hiddetimle ve şiddetle çektim sifonu. Kapıyı sertçe açıp dehşet içinde çıktım kabinden ve onu gördüm; o çirkin yaratığı. Yan kabinin önünde vahşi gözlerle etrafına bakınarak bekliyordu. O anda çocuk ağlayarak kabinden çıktı. Yuvarlak camlı siyah gözlüklerinin ardındaki saf gözleri ağlamaktan şişmişti. Teninin her zerresinden akan korku, küçük bedenine ağır geliyordu. Al yanaklarına baktım. Tokattan, dayaktan değil; parkta koşturmaktan, gülmekten ya da yalnızca çocuk olmaktan kızarmalıydı o yanaklar. Şiddetin büyüdüğü yanaklarında gamzeler yeşermeliydi.

Köşeye büzülüp kalmıştı çocuk; belki ‘’anne’’, belki ‘’anneanne’’, belki de o çirkinliğe hiç yakışmayan bir başka sözle hitap ettiği insanımsı varlığın karşısında. Ona çevirdim gözlerimi; çocuğun masumiyetinin yanında eğreti kalan, o boğulası varlığa. O da bana döndüğünde, işitsel olarak olduğu kadar görsel olarak da kazındı belleğime. Acımasız siyah gözlerinde sevgiden ya da şefkatten eser yoktu. Acıyla, nefretle baktım; acıtmak istedim, canını yakmak istedim, onun yaktığı gibi. Bağırıp çağırmak, ‘’Ellerin kırılsın!’’ diye haykırmak istedim.

Yapmadım; hiçbir şey yapmadım. Nefret dolu bakışlarımı son bir kez yüzüne fırlatıp arkamı döndüm. Tuvalet kalabalıktı, ama ne köşede büzülen çocuğa bakan vardı, ne de onun başına dikilen zebani kılıklı ‘’insan’’oğluna. Aceleyle elime sabun sıktım. Ellerimin yansımasını görürken aynadan, gözlerimi beyaz fayanslardan kaldırmadım; korkaklığımla yüzleşmeye cesaretim yoktu, bunu iyi biliyordum.

Lavabonun serin sularında duruladım ellerimi. Sonra bir daha sıktım sabunu; bu kez çiteleye çiteleye, gördüklerimi de duyduklarımı da tenimden kazırcasına, şiddetle ve öfkeyle ve hırsla yıkadım ellerimi. Ama lavabonun siyah deliklerinden akan su, ne gördüklerimi götürdü, ne de işittiklerimi. Yıkadıkça kirlendi ellerim; ıslandı, ağırlaştı. Titrek parmaklarla çevirirken musluğu, bir anlık gafletle yansımama ilişince gözlerim, o çirkin suratı karşımda görüp korkuyla irkildim. Sonra aynadaki yabancıyı orada bırakıp kamburlaşan sırtıma belleğimi yüklendim ve ağırlaşan ayaklarımı sürükleyerek uzaklaştım.

————————————————

Ne yazık ki kurgu değil bu, en ince ayrıntısına kadar bire bir bu şekilde tanık olduğum bir olay. Ancak ülkemizde çocuklara uygulanan şiddeti düşünürsek, bu olayın, belki de en hafif örneklerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanın aklına tek bir soru geliyor: Bu çocukları kim koruyor?

Bugüne dek kim korudu ki bundan sonra kim koruyacak, değil mi?

Sevde Kaldıroğlu

01.12.12

Kör

Kasım25

Beynimde çığlıklar
Kalemim kör
Gözüm de kör olsa
Rahat (mı) edeceğim(?)
Dilim deviniyor ağzımda,
Hiçbir ses yok;
Kapı gıcırtısından başka
Yüreğim ağzımda
Yüreğim
Attıkça atıyor ileri geri
Ve azılı düşmanım
Yelkovan.
Titriyor akrep ellerimde
Şen bir kahkaha
Ve bir fısıltıya muhtaç ruhum
Yüreğim ağzımda
Yaşamın ağzında
Sallanıyorum
Ellerim titriyor
Yazım bozuldu,
Çirkinleşti harfler
Başımda senin ağırlığın
Göğsümde bir sancı
Akrep bile bıraktı yelkovanın peşini…

Yüreğim ağzımda
Yüreğim
sırılsıklam.

24.11.12

Yeri: Edebiyat, Şiir | Kör için yorumlar kapalı

Düş/ün/üş

Ekim27

Öyle derin
Öyle derin ki düşlerim,
Korkuyorum
Bir gün
Düşün tepesinden
düşmekten,
Sonsuza dek düşsüz
bir yaşama sürüklenmekten
Ve korkuyorum
Korkuyorum
Düşünememekten.
Sığ
ve sonradan sarışın düşüncelere
terk edilmekten.
Düşünüyorum
Dur!
Düşlüyorum
Sakın!
Düşüyorum
Dibini düşünmeden
Düşüyorum.
Dilimi yitirmeden,
Parmaklarıma kenetlenen
kalemimi düşürmeden
Düşüyorum.
Utkuyla.
Gururla.
Yürekle.
Düşüyorum.
Gözden.

Sevde Kaldıroğlu
19.10.12

Yeri: Edebiyat, Şiir | Düş/ün/üş için yorumlar kapalı

Godot’yu Beklerken Üçüncü Perde

Ekim23

Samuel Beckett’in absürd tiyatro örneği olan yapıtı Godot’yu Beklerken’i duymuşsunuzdur mutlaka. Özellikle de ”güzel bir kitap okumak” adına, absürd akımı hakkında fikir sahibi olmadan okumaya kalkıştıysanız bir perde dahi dayanamayıp ”Ne saçma kitap!” diye bir kenara atmış olabilirsiniz. Nitekim ilk okuduğumda bana da anlamsız gelmişti, ancak üzerine düşünüp edebiyat sınıfımda da tartıştıkça kitabın üzerinde durduğu anlamsızlık temasının aslında çok anlamlı olduğunu fark ettim. Okunası, üzerine düşünülesi, sonra bir daha okunası ve üzerine yazılası bir kitap. Ben de öyle yaptım zaten. Edebiyat ödevi olan Godot’yu Beklerken üzerine bir yaratıcı çalışma olarak iki perdelik oyuna üçüncü bir perde ekledim. İlk iki perdede dikkat edilen yinelemelere, üzerinde durulan temalara ağırlık vermenin yanı sıra yeni ayrıntılar ve ufak değişimler eklemeye çalıştım. Godot’yu Beklerken’i okuduysanız bu üçüncü perdeyi de okumanızı tavsiye ederim. Şayet okumadıysanız bu çalışmayı da okumayın bence, çünkü ancak ilk iki perdeyle bir bütün halinde anlamlı olabilir bu perde. Ayrıca olumlu ya da olumsuz eleştirilerinizi yorum olarak bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar!

GODOT’YU BEKLERKEN

Üçüncü Perde

*** (Yapıtın aslında bulunmayan, sonradan ekleme bir bölümdür.)***

Ertesi günlerden biri. Aynı saat.

Aynı yer.

Ağacın üç geniş yaprağı vardır.

Vladimir sahnenin solunda, altında bir sandalye varmışçasına oturur gibi boşlukta durmakta, düşünür gibi ileriye bakmaktadır. Estragon, sağ taraftan sahneye girer, bir şey ararmışçasına sağa sola bakınarak yavaş adımlarla ilerler. Yalın ayaktır.

ESTRAGON: Yok, yok, yok, yok! (Durur, eğilir. Yavaşça gözlerini gezdirerek yeri inceler.)

VLADIMIR: (Estragon’un sesiyle irkilir, düşüncelerinden uyanmışçasına bir şaşkınlıkla ona bakar.) Ve yine sen! Eski dostum! (Estragon’un yanına gider, bir metre ötesinde durur, ona sarılır gibi bir hareket yapar, hareketinden tatmin halde gülümser.)

ESTRAGON: (Vladimir’in tepkisinden rahatsız. Sinirle.) Kaybettim! Kaybettim işte!

VLADIMIR: Neyi?

ESTRAGON: (bir an). Şeyi… (Düşünür. Anımsayınca zaferle gülümser.) Çizmelerimi tabii!

VLADIMIR: (Estragon’un ayaklarına hüzünle bakarak) Ayakların aşınmış.

Estragon yere oturur. Ayaklarının altını elleriyle ovuşturur. İnler.

Vladimir bir an bakakalır. Sonra önceden durduğu yere geri döner. Yine bir sandalyeye oturur gibi boşluğa çömelir. Düşünceli görünür.

VLADIMIR:  Bir şeyler yapmalıyız! (Sessizlik.) Harekete geçmeliyiz! (Sessizlik. Başını sinirle Estragon’a çevirir.) Gogo!

Estragon ayağını ovuştururken irkilir. Başını kaldırır, etrafına bakınır. Yeniden başını indirip ayaklarını ovuşturmaya devam eder. Vladimir çömeldiği yerden kalkar, hızla Estragon’un yanına gelip kulağına yaklaşır.

VLADIMIR:  (bağırarak) GOGO!

ESTRAGON: (Korkuyla oturduğu yerde zıplar. Yüzünde dehşet dolu bir ifadeyle) Geldiler! Sen de duydun mu Didi?

VLADIMIR:  Neyi?

ESTRAGON: Çalanlar, çizmemi çalanlar! Onların sesi bu. (Bir an.) Yoksa değil mi?

VLADIMIR:  Bilmem. (Sessizlik.) Bir şeyler yapmamız lazım.

ESTRAGON: Ne mesela?

Vladimir düşünür. Şapkasını çıkarır, silkeler, yerine takar. Eski yerine gidip aynı şekilde boşluğa oturur gibi çömelir.

ESTRAGON: Sahi biz ne yapıyoruz?

VLADIMIR:  Bekliyoruz.

ESTRAGON: Neyi?

VLADIMIR:  Godot’yu.

ESTRAGON: Ha! (Bir an.) Niye?

VLADIMIR:  Dün de bunu yapıyorduk da ondan. (Parmaklarıyla bir şeyler sayar gibi yapar.) Dün de, önceki gün de ve ondan önceki gün de!

ESTRAGON: (kendinden emin). Yanlışın var Didi. Dün burada değildim ben.

VLADIMIR:  Buradaydık, birlikte.

ESTRAGON: Hayır, dün haydutlar vardı. (Kederli.) Çaldılar çizmelerimi.

VLADIMIR:  E nerede oldu bu?

ESTRAGON: Şey… (Bir an.) Hatırlamıyorum, ama burası değildi. (Kendinden şüphe edercesine düşünür.) Yok, yok, eminim bundan.

Sessizlik.

ESTRAGON: Gitsek mi?

VLADIMIR:  Gidemeyiz.

ESTRAGON: Neden?

VLADIMIR:  Godot gelecek.

ESTRAGON: Ha!

Sessizlik.

ESTRAGON: (ürkekçe). Belki bizden –bizden bir haber bekliyordur.

VLADIMIR:  (sıkılmış duran gözleri bir anda parlar). Bir haber!

ESTRAGON: Bir söz!

VLADIMIR:  (ayağa fırlar). Bir not!

ESTRAGON: Bir– (Düşünür.)

VLADIMIR:  Bir mektup!

(Bu kez ikisi aynı anda heyecanla heceleyerek bağırır.)

ESTRAGON & VLADIMIR: BİR-MEK-TUP!

VLADIMIR:  Yazmalıyız, bir mektup yazmalıyız hemen!

ESTRAGON: Hemen yazalım!

Kımıldamazlar.

ESTRAGON: (tedirgin). İyi de nasıl yazacağız?

VLADIMIR:  Neye yazmalı? (Etrafına bakınır.) Bir kalem! Bir kalem bulmalı! (Şapkasını çıkarır, silkeler, hiçbir şey düşmez.) Hay aksi!

ESTRAGON: Kalem var bende. (Şapkasını çıkarır. Kulağının arkasından çıkardığı kalemi uzatır.)

VLADIMIR:  (sevinçle) Hay sen çok yaşa! (Kalemi alır.) Bir de kâğıt lazım şimdi.

ESTRAGON: (umutsuz). O yok işte.

Vladimir’in heyecanı söner. Önceden yaptığı şekilde oturur gibi çömelir. Elinde kalemle düşüncelere dalar.

Estragon ayağını ovuşturur. Sonra inleyerek ayağa kalkar. Yavaş adımlarla sahneyi arşınlar. Bir yandan da çizmelerine bakınır.

Vladimir düşünceli bakışlarını ağaca çevirir, bir süre sonra coşkuyla ayağa fırlar.

VLADIMIR:  Buldum, buldum!

ESTRAGON: (heyecanlanarak) Çizmelerimi buldun, değil mi?

VLADIMIR:  Hayır, mektubu neye yazacağımızı buldum!

ESTRAGON: (düş kırıklığıyla) Ha! (Hüzünlenir.) Asla bulamayacağım, onları sonsuza dek kaybettim. (Düşer gibi yere oturuverir, elini yüzüne kapatıp ağlarmış gibi yapar.)

Vladimir heyecandan onu fark etmeden ağacın yanına koşar, bir yaprak koparır.

VLADIMIR:  İşte buna yazacağız! (Düşüncesini zeki bulmuş gibi güler. Her zamanki yerine gidip boşluğa, sandalye varmışçasına nazikçe oturur.) Nasıl başlamalı? Hmm… ‘’Sayın Bay Godot’’ (Yüzünü ekşitir.) Çok sade oldu bu. Sen ne dersin Gogo?

ESTRAGON: (Bir anda ağlaması kesilir, ayağa kalkar. Tedirgin.) Duydun mu at seslerini Didi? Geliyorlar, yine buldular işte. (Korkuyla) Sakla beni, saklarsın, değil mi? Çizmelerimi aldıkları yetmedi– (Bir an durur. Birkaç saniye manzaraya bakar donuk bir ifadeyle. Vladimir’e döner.) Neler oluyor?

VLADIMIR:  (elindeki yaprağa odaklanmış bir şekilde) ‘’Sayın Bay Godot’’ çok yalın. Başka bir şey bulmalı; daha zarif, daha ince. (Gözlerini kısarak düşünür.)

ESTRAGON:  (şen bir kahkaha atar). ‘’Sayın Bay Godot’’ mu? (Bir kez daha kahkahayla güler. Gülüşü bir anda kesilir, ciddi bir surat ifadesine bürünür.) ‘’Saygıdeğer’’ desek? ‘’Saygıdeğer Bay Godot’’?

VLADIMIR:  (Estragon’a aldırmadan manzaraya dalmış bir halde) ‘’Muhterem Godot Hazretleri’’… (Gülümser). Evet, oldu bu! (Bir an.) Yetersiz mi acaba? (Estragon’a döner). Ne dersin?

ESTRAGON: (bir anlığına düşünür). ‘’Sevgili Godot’’ deyip geçsek?

VLADIMIR:  (dehşete uğramış bir suratla) Katiyen olmaz! Hayır, hayır, imkanı yok! (Kendi kendine konuşur). ’’Muhterem Godot Bey’’. Yok. ‘’Muhterem Godot Beyefendi’’. Hıh, bu tam oldu! Mükemmel! (Sevinçle yazmaya koyulur).

ESTRAGON: (Vladimir’i sinirle taklit ederek) ‘’Mükemmel!’’ Mükemmelmiş!

VLADIMIR:  (Yaprağa kalemle yazmaya çalışır, beceremez. Sinirlenir.) Ne biçim kalem bu? Yazmıyor! (Kalemi elinde sallar). Kurumuş, mürekkebi kurumuş bunun! Ne zamandan kalma bu kalem kim bilir!

ESTRAGON:  Dün– Dün almıştım halbuki.

VLADIMIR:  Haydutların saldırdığı gün mü?

ESTRAGON: Ne?

VLADIMIR:  Haydutlar saldırmıştı ya dün sana!

ESTRAGON: (bir an). Öyle miydi? (Düşünür. Kafası karışık). Belki de bir önceki gündendir ya da ondan da öncekinden.

VLADIMIR:  Dedim sana, eski bu kalem. (Sinirle) Yazmıyor, ne yapacağız şimdi?

ESTRAGON: Bekleriz.

VLADIMIR:  Godot’yu mu?

ESTRAGON: Yazmasını.

VLADIMIR:  Peki öyleyse.

Estragon yere oturur. Vladimir boşluğa çömelir.

ESTRAGON: (telaşla) Dikkat et, düşeceksin!

VLADIMIR:  N’oldu?

ESTRAGON: Boşluktasın.

VLADIMIR:  (vurdumduymaz) Hepimiz boşlukta değil miyiz zaten?

ESTRAGON: Hayır, öyle değil, boşluğa oturuyorsun!

VLADIMIR:  (yeni fark etmişçesine) Hee! (Gerisin geriye düşer). Ah!

ESTRAGON: Demiştim sana.

Vladimir düştüğü yerde bağdaş kurarak oturur. Şapkasını çıkarır, silkeler, geri takar.  Estragon ayaklarını ovuşturmaya başlar, inler. Sessizlik.

VLADIMIR:  (yaprağın üstüne kalemi bastırır). Hâlen yazmıyor bu Gogo.

ESTRAGON: (yüksek sesle feryat etmeye başlar). Ah ayaklarım! Canım çok acıyor… Dayanamıyorum… Çizmelerim olsaydı! Nereye gitti çizmelerim? Ah canım yanıyor… Bu hayat çekilmez bu halde. (Ayaklarını ovuşturmaya devam eder). Ah ah! Çok acıyor Tanrım… (Bir an feryadı kesilir, pür dikkat durur). Çizmelerimin sesi mi bunlar? Bana mı geliyorlar yoksa? (Sahnenin sol tarafına doğru kulak kabartır).

VLADIMIR:  (kalemle yazmaya çalışarak) Neyse!

ESTRAGON: (bir anda Vladimir’e döner). Ne neyse?

VLADIMIR:  Kalem yazmasa da olur!

ESTRAGON: Doğru.

VLADIMIR:  Yeter ki yazalım mektubu.

ESTRAGON: Evet, yeter ki yazalım!

VLADIMIR:  Bence de. (Kalemi alır eline, yaprağa yazıyor gibi yapar). Ne demiştik? ‘’Muh-te-rem Go-dot Bey-e-fen-di’’ Hıh, pek güzel oldu.

ESTRAGON: Didi, ben sıkıldım.

VLADIMIR:  (mektuba dalmış bir halde) Dört göz-le gel-me-ni-zi – (Estragon’a döner). Ne?

ESTRAGON: Sıkıldım ben.

VLADIMIR:  Düşün öyleyse.

ESTRAGON: Mantıklı! (Düşünür gibi elini çenesine koyar, devinimsiz durur). Düşünüyorum, öyleyse– Neydi?

VLADIMIR:  (mektuba devam eder). Dört göz-le gel-me-ni-zi bek-li – Yok! Olmadı bu. Hay aksi, yeni kâğıt lazım! (Yaprağı top haline getirip sahnenin bir köşesine fırlatır).

ESTRAGON: Düşünüyorum, öyleyse– Neydi devamı? Öyleyse… (Başını kaşır. Düşünceli.)

VLADIMIR: (ağacın yanına gider, kalan iki yapraktan birini koparır). İşte! (Yerine döner, tekrar bağdaş kurarak oturur ve yazar gibi yapar). Sa-bır-sız-lık-la yo-lu-nu-zu …

ESTRAGON: Hıh! Varım. Öyleyse varım!

VLADIMIR:  …göz-lü-yo-ruz u-mut-la – Yok, devrik oldu şimdi de! (Sinirlenir. Yaprağı diğeri gibi fırlatır.)

ESTRAGON: Öyleyse yokum mu yoksa? Varım, yokum. (Düşünür). Yokum ki zaten! (Sıkılır). Aman! (Ağaçtan son yaprağı koparmakta olan Vladimir’i görür. Bir feryat koparır.) DİDİ NE YAPIYORSUN?

VLADIMIR:  (şaşırır, Estragon’a döner). Mektup yazacağız ya.

ESTRAGON: Son yaprağı mı koparacaksın?

VLADIMIR:  (bunu henüz fark etmişçesine şaşırır, elini çeker). Son yaprak mı? Sahi mi?

ESTRAGON: (hüzünle) Her şey ölü, ağaçtan başka. (Bir an). Ya o da ölürse?

VLADIMIR:  (telaşla) Ya bir daha yaprak vermezse?

ESTRAGON: Hiç yeşil olmazsa?

VLADIMIR:  Yok olup giderse?

ESTRAGON: Hiç geri gelmezse?

VLADIMIR:  Godot gibi.

ESTRAGON: Godot gibi.

Sessizlik.

VLADIMIR:  (aklına bir fikir gelmişçesine) Belki de yeniden yaprak verir!

ESTRAGON: Belki de ölmez!

VLADIMIR:  Hem zaten ölecekse de bir yaprak kurtaramaz ki onu.

ESTRAGON: Kurtaramaz tabii.

VLADIMIR:  Belki geri gelir.

ESTRAGON: Kim?

VLADIMIR:  Godot.

ESTRAGON: Belki.

VLADIMIR:  Ama önce… (Yaprağı yeniden tutar) …mektup yazmalıyız. (Koparır.)

ESTRAGON: Yazmalıyız hemen!

Vladimir yaprağı alıp Estragon’un bir metre uzağına, yere oturur. Mektuba yeniden başlar. Estragon ayaklarını ovuşturur.

VLADIMIR:  Muh-te-rem-go-dot-bey-e-fen-di-sa-bır-sız-lık-la-ve-u-mut-la-yo-lu-nu-zu-göz-lü-yo-ruz-bi-ze-söy-le-di-ği-niz-yer-de-ve-sa-at-te-si-zi-bek-le-mek-te-yiz-sağ-lı-cak-la-ka-lın-de-rin-say-gı-la-rı-mız-ve-na-çi-za-ne-i-yi-di-lek-le-ri-miz-le-sa-dık-kul-la-rı-nız-al-bert-ve-a-dem. (Üzerinde yazı varmışçasına yaprağa bakar. Gururla). Oldu işte. Hem de çok güzel oldu. (Estragon’a bakar.) Duydun mu Gogo?

ESTRAGON: (Ayaklarını ovuştururken irkilir. Kocaman gözlerle Vladimir’e döner.) Duydun mu ayak seslerini Didi? Çizmelerimin sesi bu! Geri geliyor, bana geliyor! (Bir an). Neler oluyor Didi?

VLADIMIR:  Mektup tamam. Hemen yollamalıyız!

ESTRAGON: Yollayalım hemen!

Sessizlik.

ESTRAGON: Böyle devam etmek çok zor Didi. Biraz ayrılsak iyi olur sanki.

VLADIMIR:  Yarın da bekleyelim, öyle ayrılırız. Godot gelmezse…

ESTRAGON: Mektubu yollarsak kesin gelir!

VLADIMIR:  Ee, çabucak yollayalım öyleyse.

ESTRAGON: Evet, yollayalım.

Kımıldamazlar.

Perde

Sevde Kaldıroğlu

09.09.12

126 yazarlı ”Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı” çıkıyor!

Ekim22

Aralarında benim de bulunduğum 126 yazarlı Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı 3 Kasım 2012’de Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkıyor!

126 yazarlı sıradışı kitap

“Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”

Takıntılar Üzerine, Sosyal Medyanın Gücüyle Hazırlanmış 126 Yazarlı Çılgın Bir Kitap

Büyük ilgi gören 90 yazarlı “80’lerde Çocuk Olmak Kitabı” ve 111 yazarlı “90’lar Kitabı”ndan sonra, yazarlarının tamamını sosyal medya üzerinden seçen 126 yazarlı ilgi çekici bir kitap daha: “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”. Kadir Aydemir yine Yitik Ülke Yayınları için hazırladı.

Kitabın kapak arkası tanıtım metni şöyle:

Hangimiz normaliz, hangimiz tuhaf? Neye göre, kime göre? –Gülmeyin. Peki ya insanlık gerçekten de “bütünüyle kuşkuda”ysa? Hayat denen oyuna devam ediyoruz, devam ederken birbirimizi ne kadar tanıyoruz dersiniz? Bir insan bir insanı ne kadar, nereye kadar keşfedebilir? İşte bu kitapta anlatılan her şey, belki de “Beni hiç tanımıyorsun!” alt başlığımızı destekliyor. Türkiye’den 126 yazarın bir araya gelip oluşturduğu, yazar Kadir Aydemir’in projelendirdiği “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”nı okurken birbirinden ilginç insanların en bilinmedik huylarını öğreneceksiniz. 126 kişilik dev yazar kadromuzda Cem Özer, Ece Gürsel, Bihter Dinçel, Elif Ezgi Uzmansel, Ahu Akkaya, Ece Dorsay, Ece Pirim, Nilay Örnek, Arya Su Altıoklar, Tolga Akyıldız, Ferhat Uludere, Göksel Bekmezci ve Onur Behramoğlu gibi değişik dünyalardan, farklı meslek gruplarından pek çok sanatçı, yazar, şair, gazeteci, komedyen, karikatürist, avukat ve doktorun yanında öğrenciler, ev hanımları, anneler- babalar, oyuncular, mühendisler, işsizler, yapayalnız insanlar ve âşıklar da var. 126 kişinin gariplikleriyle de bitmiyor kitap, “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”nda dünyanın en ünlü isimlerinin takıntıları nelermiş onları da öğreneceksiniz.

O güzel şiirinde “Sakın şaşırma!” demişti hani Orhan Veli…

Gerçekten de tüm bunlara hazır mısınız?

Bu kitap elinizden düşmeyecek ve burada anlatılanlar rüyalarınıza bile girecek…

Bakın, iyi düşünün… Sayfalarda yazılanları okuduktan sonra bizden sakın nefret etmeyin!

Şaka bir yana, dilden dile anlatılacak çok keyifli bir yolculuk sizi bekliyor. İyi okumalar!

Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı, Hazırlayan. Kadir Aydemir, Yitik Ülke Yayınları, Kasım 2012
www.yitikulke.com – www.yitikulkeyayinlari.com
Twitter: @yitikulkeyayin – facebook.com/yitikulkekitap

Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı’nda İlginç ve Benzersiz Takıntılarıyla Yer Alan Yazarlar

İçindekiler

13 │ Hangimiz Normal ki? / Kadir Aydemir
15 │ Hunili Dünya / Begüm Akıncı
17 │ Hangisi Tuhaf Hangisi Olağan? / Adil İzci
19 │ Atın İntikamı / Ahmet Akdeniz
21 │ Girintileri Çıkıntıları Saymak / Ahu Akkaya
23 │ Patlıcanı Kıçından Isırmak / Ali Ünal
25 │ Serçeparmak / Alper Akdeniz
27 │ Altı / Alper Kaya
29 │ Ayağa Takılan / Altan Alkan
31 │ Buğuya Yazmak / Ardagül Yıldız
33 │ “Tek” Olsun Benim Olsun! / Arhan Ertan
35 │ Suçlu Oje / Arya Su Altıoklar
37 │ Kıvırgan / Asmin Singez
38 │ Tayt ve Sele / Aydan Çelik
41 │ Sihirbaz Hayaller / Aydan Öksüz
43 │ Diş İpi Kıvamında / Aydın İleri
45 │ Bıdık / Aysun Aktaş
47 │ Üç Kere Yıkanmazsam Eğer / Ayşegül Erdoğan
49 │ Geç Kalmak Değil Niye Geç Kaldığın Tuhaftır / Ayşegül Tabak
51 │ Kare Kare Yollar Taştan, Sen Çıkardın Beni Baştan / Banu Özkan Tozluyurt
52 │ Tuhaf Olan “Can”dır / Başak Yener
54 │ Deligasyon / Begüm Akıncı
56 │ Bir Tanrı’yı Bir de Beni Sakın Unutma / Begüm Seyrek
58 │ Batılın Ahını Aldım / Bengü Türköz
60 │ İplik Toplayıcı / Betül Dursun
62 │ Haftu Zıya-Antifaşist Çekmece / Betül Kanbolat
64 │ Bünyemin Adaleti / Bihter Dinçel
66 │ Ver O Çorabı Bize Evlat! / Bilge Hakan
68 │ Bir Alışveriş Bir Değiş / Birsen G. Tarhan
69 │ Sıraya Dizmek / Bozkurt K. Yılmaz
71 │ Tuval Duvarlar / Burçe Gürsel
73 │ A(lı)şığım / Cem Özer
75 │ Kutu / Cenk Burduroğlu
77 │ Siz Su’sar mısınız? / Ceren Akıllıoğlu
79 │ Saç Kurutma Makinesiyle Gönül Bağım / Çiğdem Eren Kiziroğlu
81 │ “Yırt At” Deme Bana! / Deniz Batu Ebinç
83 │ “Damak Zevki” Diye Yazılır “Tuhaf Tatlar” Diye Okunur / Dilara Mete
85 │ Ağzınıza Mukayyet Olun! / Dilek Neşe Açıker
86 │ Elinde Makas Varsa… / Dilvin Yücebarlas
88 │ Alışkanlık mı Kafa Ütüleme mi / Ebru Ergünay
90 │ Kamuko Netsret, Kamşunok Netsret / Ece Dorsay
92 │ Zemin Kaygansa Deodorantsız Çıkmam Abi! / Ece Göktay
94 │ Milimetrik Hiza / Ece Gürsel
96 │ Korku Yok! / Ece Pirim
98 │ Bir Battaniye, Bir Ayıcık, Bir Ayşe Bebek / Elif Ebru Batı Wibrew
100 │ Telekinezi Üstadı Olsaydım…/ Elif Ezgi Uzmansel
102 │ Fısfıs-ı Ahmer Cemiyeti Kurucusu Ben Zihni Sinir Adam / Erkut Tokman
104 │ Benim Değil, Yanlışlıkla Dökülenin Başarısıdır! / Esra Karaosmanoğlu
106 │ Mesleki Hayaller ya da Hayali Meslekler / Esra Tanrıbilir
108 │ Bir Tabela Sevdalısının İtirafı / Ezgi Atabilen
110 │ Tenis Topu ve Ayak Parmaklarım / Fatih Danacı
110 │ Keçileri Saymak / Feray Demiray
114 │ Asansör / Ferhat Kınacı
116 │ Bira Kapağında Bedava Aramak / Ferhat Uludere
118 │ Sayılar / Filiz Çapar Şahin
120 │ Takıntılar Gecenin Kör Karanlığında Hortlar! / Funda Bilgili
122 │ Atem “Totem” Ben Seni! / Gamze Bal
123 │ Çeyizdeki Küçük Yastık / Gizem Kara
125 │ Ben ve Ayakkabı Bağcıklarım! / Gökhan Altınordu
127 │ Misafire Ne Zaman Gideceğini Sormak / Göksel Bekmezci
129 │ Semi-Klostrofobik / Gözde Aktürk
131 │ Kadınlar ve Yüksek Topuklar / Gülay Özdemir
133 │ Biyolojik Saat / Gülsel Ceren Güneş
134 │ Tatlı Merak / Günsu Yiğitcan
136 │ Koş, Hep Koş! / Hakan Tağmaç
138 │ Çantanın İçindeki Çanta / İlknur Bektaş
140 │ Güne Aynı Şeyleri Yaparak Başlamak / İmge Tan
142 │ Deprem Dede / İrfan Kurudirek
144 │ Ayakkabı Bağcıkları Benim Dilimi Çözer / İsmail Sertaç Yılmaz
146 │ Tuvalet Oyuncusu / Julide Didem Yağbasan
148 │ Çaya Yağ Katmak / Kadir Aydemir
150 │ “Tuvaletin” Bendeki Kısa Tarihi / Kağan Konçak
151 │ Çalınmış Uykum O Çorabın İçinde / Mehmet Özen
153 │ Elim Tende / Meltem Özbey
155 │ Sizi Soyabilir miyim Acaba? / Merve Küçüksarp
157 │ Kıpır Kıpır / Mine Kasman
158 │ Ne “Tuhaf” Yersin İlahi Tuhafiye / Murad Çobanoğlu
160 │ Bardak Tabağı Kuru Olur / Murat Girgin
161 │ Gözlük Gözüme Gözlük Gözüme… / Mustafa Atapay
162 │ Takılma! Zaman Her Şeyin İlacı… / Mutlu Hesapçı
164 │ Yok Artık Lebron James! / Müge Sandıkçıoğlu
166 │ Vampir / Nehir Yılmaz
168 │ Siz Hiç Kendinize Hediye Paketi Yaptırdınız mı? / Nilay Örnek
171 │ Sayılar / Nilgün Üren
173 │ Balon Adam / Onur Akbudak
175 │ Tuhaf Mavi Bir Kuş / Onur Behramoğlu
177 │ Çift Sayılar / Orhan Bahtiyar
179 │ Sevilmeyeni Sevmek / Ömer Fikret Şen
181 │ Alışkan Tuhaflıklarım / Ömer Harmankaya
183 │ Kahve İçme, Kararırsın! / Ömür Kurt
185 │ Koleksiyoner / Özge Aslan
187 │ Beni Her Yerde Tanırsınız / Özgür Özkü
189 │ Yazan Ayak Parmakları / Öznur Altıntaş
191 │ Bir Tuhaf Yazmak / Pelin Özer
193 │ Muck!.. / Pınar Gözpınar
195 │ Diyetteyim / Pınar Karadede
197 │ Aranan Poşet Hırsızı / Püren Ödemiş
199 │ Panda Olmuşum Haberim Yok / Rayka Nayır Güven
201 │ Gazete Çöplüğü / Reyhan Ordulu
203 │ Gereksiz Meşguliyet / Seda Yiğitcan
205 │ Bu Kız Deli Olacak! / Sedef Özkan
207 │ Yan Yana / Sefa Tunç
209 │ Yaralı Dudakların Hikâyesi / Selen Serdaroğlu
211 │ Şeytanla Pazarlık / Selgin GB
213 │ Ne Okuyorsunuz? / Serdar Tütün
215 │ “Kızım, Ayakkabılarını Bağla, Düşersin Sonra” / Sevde Kaldıroğlu
217 │ Sarı Hapishanem ve Limon / Sevgi Karaca
219 │ Plakalara Takılan Hayatlar / Sibel Bahçetepe
221 │ Üzüm Sirkesi / Sinem Koyun Muştu
223 │ Okurun Mimik Performansı / Suavi Kemal Yazgıç
225 │ Kura’nın Adaleti / Sultan Komut
227 │ Sümük / Şahin Özbay
229 │ (K.K.K.K.K.) / Şenay Tanrıvermiş
231 │ Vat İz Metriks Ulan! / Tevfik Giray Tayyar
233 │ Gidememenin Tuhaf Hafifliği / Tolga Akyıldız
235 │ Ahtapotlar! / Tuğçe Kılıç
237 │ Bir Oğlak’ın Suyla İmtihanı / Tunca Çaylant
239 │ Takınç / Tülin Dursun
241 │ Çizgi Romanla Uçmak, Konmak / Ümit Kireççi
243 │ Nasıl Yani? / Vadi Çiçekli
245 │ Nişasta Kafası! / Yaren Aygen Demir
247 │ Peçetem Olmadan Asla / Yeşim Ağaoğlu
249 │ İsimlerle Zamanda Yolculuk / Yeşim Gökmen
251 │ Sekbançat Falı / Yeşim Simla Resmor
253 │ Para Para Para / Zeynep Sarsılmaz
255 │ Bugün Ne Giysem? / Zeynep Sipahi
257 │ Ertelenmiş Ceza / Zeynep Tüzün
259 │ Tarihi Alışkanlıklar ve Takıntılar Tutanağı / Güncem Topçu Güzel

Mavi -sizlik

Ekim20

Kalabalık bir boşluğa doğdu
kimliksiz
Karanlıkta herkesi siyah sandı,
Maviyi kimlik edindi kendine
Maviyi o yarattı sandı
Maviyi
Maviyi

Sonra ışık vurdu üzerine
Beni gördü
Seni gördü
Onu gördü
Mavi.
Yalnız kendi değilmiş
Onu gördü.
Deniz varmış,
Gökyüzü varmış
kendi gibi

Çirkin bir koku duydu
benliğinden,
bensizliğinden gelen.
Neden sonra çirkin bir korku duydu
delicesine,
delirircesine.
Ko(r)ku ağırlaştı
Tek bir devinim,
Yoğu var edebilirmiş,
Onu gördü.
Omuzları çöktü
Zayıflığın güçlü kolları
sardı boynunu
Kendi güçsüzlüğü altında
ezildi.

Değişmedi
Devinmedi hiçbir şey.
Kendi yoktu
Kendi yokluğuna sarıldı.
Kokuyu duyamadı,
O sapsarı, benzi atmış,
hastalıklı kokuyu.
Fakat korkuyu duydu,
İliklerine kadar yaşadı
O mavisiz korkuyu.
Şeffaf boşlukta
Maviye kenetlendi
ve kanatlandı yokluğu.
Son bir kez duyumsadı
Maviyi
Maviyi

ve kim? olamadan
yok oldu

Sevde Kaldıroğlu

17.10.12

Yeri: Edebiyat, Şiir | Mavi -sizlik için yorumlar kapalı

‘’Çünkü yazmak da bir eylemdir’’

Ekim17

‘’Ben herhangi bir yorum yapacak değilim. Ama yazabilirim. Korkularımı, kaygılarımı, düşlerimi, düşüşlerimi yazdığım gibi bu eylemi de yazabilirim. Çünkü yazmak da bir eylemdir.’’

Ferit Edgü dile getiriyor bu sözleri, 1995 yılında yayımladığı ‘’Yazmak Eylemi’’ adlı kitabında. Önemli bir noktaya parmak basıyor Edgü. Öyle ya, yazmak da bir eylemdir. Hem de en az, sokaklara dökülüp yürüyüşlere, ‘’eylem’’lere katılmak kadar güçlü ve etkilidir. Belki taş yollara şiddetle basan topuklar kadar sert değildir kalemin kağıda savurduğu darbeler ya da klavyenin tuşlarına vuran parmaklar; ancak daha sessiz, fakat sağlam adımlarla yürür yazı. Kalemin tükürdüğü mırıltılar, dudağın fırlattığı çığlıklardan daha çok duyulur bazen. Sessiz bir gürültüdür adeta, kalemin ürettiği; gerektiğinde kulak tırmalamayı bilir. Kalem oynar, yazı devinir, gelişir, geliştirir. Nitekim devinim, eylem demektir. Şayet yazmak bir eylem olmasa, binlerce yazar ne diye yüzyıllar boyunca dirsek çürütmüştür onun uğruna? İnsanlar devinimsizce korkuyu, barbarları ya da Godot’yu beklerken nice Beckett’ler, Coetzee’ler, Atay’lar eyleme geçip yazmamış mıdır olan bitenin anlamsızlığını? Öyleyse eylemi, uzuvların devinimiyle; etkiyi ise somut bir değişimle sınırlamak doğru değildir.

Bir şeyler yazılmalı, kalem daima dillendirmeli zihnin ürettiklerini. Belki biri okur, belki biri düşünür, belki biri uyanır: Yazarın tek tesellisi bu.

24.09.12

« Older EntriesNewer Entries »