Sevde'nin Günlüğü

Yazmayı seviyorum…

Kurşun Kalemimin Günlüğü

Kasım4

Sevgili Günlük,
Bugünlerde çok yalnızım; içimi dökecek birine ihtiyacım var. Artık eskisi gibi yararlı hissetmiyorum kendimi, masanın bu ücra köşesine tıkıldım, kaldım, yaşlandım sanki. Sevde de hiç eline almıyor beni. Oysa eskiden ne çok severdi tatlı dilimi; benim ağzımdan kelimeleri dökerdi kağıda, yazardı da yazardı. Arada bir de bakımımı yapardı, bu sayede kalemtıraşı da görürdüm. Şimdi iyice kirlendim, pasaklı bir şey oldum, çıktım. Kalemtıraşı da nereye sakladıysa, yok ortalarda. Neyse ki silgi de gelmiyor yanıma, belki de tek iyi yanı bu yalnız olmanın. Ama ne sinir bozucu bir şey silginin yaptığı; ben söylüyorum, o siliyor, bir daha söylüyorum, yine siliyor, dalga geçiyor sanki benimle. Olsun ama gene de, yeter ki Sevde yazsın benimle. Silgi kullanmasın, yanlış yazdı mı, ben karalarım; silgiye hiç gerek yok doğrusu. Ama biliyorum beni neden kullanmadığını, geçenlerde yeni bir kalem aldı; şöyle parlak, gösterişli, bir de uçlu mu ne, yanında da uç kutusu taşıyor. Masanın üstüne bırakıverdi, bir iki laf edeyim dedim, süslü hanfendi hiç oralı olmadı. ‘’Ee daha da yepyeni, gencecik, bir de gösterişli; havasından geçilmez artık’’ dedim, öyle de oldu. Sevde bir süre kullandı, beğenmedi herhalde, bir kalem kutusuna hapsetti onu. Yine beni alacak eline sandım, ama almadı. ‘’Artık yazmıyor mu yoksa?’’ diye düşündüm. Ama değil, Sevde bu, yazmaz olur mu? Bir bilgisayar mı almış, ne? Onu kullanıyor, kaleme falan gerek duymuyor artık. Oturuyor bilgisayarın başına, çatır çatır vuruyor tuşlara. Sesleniyorum ona, duymuyor bile beni. Arada bir müzik açıyor da şenleniyorum. Yoksa bu hayatın geçeceği yok gibi. Neyse yine çok konuştum, günlük. Ama yalnız bırakma beni, bir sen varsın, sen de gitme, olur mu?

04.11.11

Yeri: Edebiyat, Öykü | Kurşun Kalemimin Günlüğü için yorumlar kapalı

Bir Bardak Siyah Çay

Ekim29

Söyle, neden siyah derler sana,
Suya kızıllığını veren sen değilmişçesine?
Ya da neden hep ince belli bardağı giydirirler ruhuna,
Neden layık görmezler seni tombul kadehlerine?

Söyle, beğenmezler mi kara çehreni?
Neden beyazla doldururlar gövdeni?
Her yudumunda çay içip şerbet umarlar,
Her seferinde sende bir kusur ararlar.
Bazen çok demli, bazen çok açık
Halbuki sen hep aynı sen
Tadın buruk, için sıcacık.

Söyle, neden süzgeçten geçirirler seni?
Neden süzerler fikirlerini?
Saf halini beğenmeyip
Metal kaşıklarla karıştırırlar beynini.

Peki söyle, soğuk bedenleri ısıtırken
Kendini tüketmen niye?
Süzgece, şekere muhtaç mısın sen,
Ne gerek var bunca özveriye?
Yoksa kimse söylemedi mi sana,
Soğuk bedenler ısınır da
Soğuk ruhlar ısınmaz, diye?

Sevde Kaldıroğlu

29.10.11

Edebiyat Herkesin Karnını Doyurmaz

Ekim22

Herkesin yaşamı yorumlama tarzı farklıdır kanımca. Kimisi için edebiyattır bu, kimisi için fen. ‘Herkes yaşamı aynı şekilde yorumlamalı’ gibi bir görüş katı, gerçeklikten uzak ve hatta hoşgörüsüz sayılabilir. Nitekim yaşamı yorumlamak diyince hayatın anlamını sorgulamak, insanları tanımak, duygu ve düşünceleri algılamak ve bunların tümüne bağlı olarak yaşama bakış açısını belirlemeyi kastediyorum. Edebiyata gönül vermiş kişiler için edebiyattır bu. Şiirler, romanlar, denemeler; hepsi yazanın yaşamı yorumlama biçimini ifade etmesinden meydana gelir. Okuyan da bu edebi ürünlerden kendi yorumunu çıkarmalı, duygusal ve düşünsel algısını genişletmelidir.

Edebiyatın, edebiyatseverlere kazandıracağı en büyük şey sanatsal zevkin yanı sıra farklı kişiliklere, görüşlere ve duygulara sahip geniş yelpazesiyle bilinmedik karakterleri, duyguları tanıtması ve zihni sorgulayarak empati kurma gücünü geliştirmesidir. Bu anlamda insanın kendini tanıması, özbenliğini kavraması açısından çok etkili bir yoldur edebiyat. Ancak bunun herkes için tek yolu edebiyat değildir, olmamalıdır da. Birine şiirler, romanlar hayatla ilgili çok şey öğretirken diğerine pek bir şey ifade etmeyebilir. Bazıları yaşamı şiirlerle yorumlarken bazıları sayıları kullanabilir. ‘Edebiyattan haz almıyor’ diye insanları yargılamak, onların yaşamla ilgili pek çok şeyden yoksun kaldığını söylemek apaçık farklılıklara kapalı ve yanlış bir tutumdur. Bir yazarın insanları ve yaşamı tanıma biçimi romanları iken, bunun bir ressam için çizimleri, bir müzisyen için müziği ya da bir bilim insanı için deneyleri ve araştırmaları olması kadar doğal bir şey yoktur. Bunlar farklı kişiliklerin ve algıların bir göstergesidir; bu yorumlara karşı –birini diğerinden üstün tutmadan- saygı göstermek uygar toplumun en büyük gereklerindendir.

Bu bağlamda ‘’Edebiyat karın doyurur mu?’’ tartışmasına da bir görüş getirmek mümkündür. Evet, edebiyat karın doyurur, ama her karnı değil; yalnızca edebiyata aç, şiire, romana, denemeye muhtaç olanları.

——————————————————————————————————————-

NOT: Nermi Uygur’un ”Edebiyat Karın Doyurur” denemesine bir eleştiri niteliğinde yazılmıştır.

22.10.11

Kavga

Ağustos13

Gözlerim sustu,
Ellerim konuştu.
Her biri farklı bir yöne
Biri geriye biri öne
Dönüp dururken parmaklarım
Açıldı gözüm, aktı yaşlarım.

Gözlerim kurudu,
Dilim konuştu.
Birbiri üzerine dillenirken düşüncelerim
Kelimeler bitap düştü, yorulmadı dilim
Art arda pek çok cümle
Kuruldu durmadan bilinçsizce
Diller tükendi, nefesler bitti
Cümleler devrik, algılar yitikti.

Dudaklar kapandı, gözler durgundu
Zihinler karmakarışık, ruhlar yorgundu
Bedenlerdeki yegane değişiklik
Kırık duygular ve gelen sessizlik
Durdu oyun, bitti kavga
Sevgiden yoksun, saygıdan uzakta
Herkes, her şey sustu
Oluşan uçurumlar, kopan bağlar
Kaçan mutluluklar, yıpranan duygular
Çaresiz suskunluklar, olası ayrılıklar
Bir daha susmamak üzere
Konuştu.

Sevde Kaldıroğlu

20.07.11

Bir Pembe Düş

Ağustos7

Bir balonun elinden tutup
Uçmak istiyorum gökyüzüne.
Sokağın ortasında yürürken
Yüksek sesle şarkı söylemek istiyorum
Delicesine.

Kalabalık otobüsün birinde,
Cam kenarında otururken sessizce
Öylesine, gülmek istiyorum nedensizce.
Ya da sıcak bir yaz günü
Kavrulurken güneşin sıcağında
Masmavi denize atlamak istiyorum.

Dışarıda görüp güzel bulduğum birine
Gidip ‘Çok güzelsin’ demek istiyorum yüzüne,
Mutlu olsun diye.
Ve markette gördüğüm tonton teyzeyi
Pamuk yanaklarından öpmek istiyorum.

Hayallerle mutlu olmak istiyorum,
Pembe düşlere kapılıp
Beyaz yalanlara kanmak istiyorum.

Sevde Kaldıroğlu

11.07.11

Çıtır Edebiyatı

Haziran22

Hiç çıtır edebiyatı diye bir şey duydunuz mu? Ya da ‘çik-lit’ diye? Eğer bir bayansanız ve kitap okumayı seviyorsanız mutlaka bir çik-lite denk gelmişsinizdir.

Çik-lit ya da çıtır edebiyatı, İngilizce’de ”chick lit/chicken literature” diye bilinen, kadınlar tarafından kadınlara yönelik yazılan bir edebiyat türü. Romantik-komedi havasında, ama çok daha özgün ve yaratıcı. Çıtır edebiyatı aşk, arkadaşlık, alışveriş düşkünlüğü, kilo problemi gibi günlük hayatımızda yaşadığımız pek çok konuyu kendi ayakları üzerinde duran kadınların ağzından hafif, samimi ve esprili bir dille anlatıyor. Bugün kitapçıların ”çok satanlar” bölümü çik-lit romanlarla dolu; bazıları gerçekten türünde edebi başyapıt sayılabilecek nitelikteyken bazılarıysa çıtır edebiyatı hakkında ön yargılara sebebiyet verecek derecede klişelerle dolu.

Her ne kadar çıtır edebiyatı son yıllarda popüler olmuş modern bir tür sayılsa da aslında tarihi 19.yüzyıla dayanıyor. Çıtır edebiyatının konusu temel olarak ‘kendi ayakları üzerinde duran kadınlar’ üzerine kurulu olduğundan, Charlotte Bronte’nin Jane Eyre‘i(1847) ve Jane Austen’in pek çok romanı -ana karakteri kadın olan ilk romanlar- aynı zamanda bu türün de ilk örnekleri olarak kabul ediliyor. Ancak modern çıtır edebiyatının ilk önemli örneği Helen Fielding tarafından 1996 yılında yazılan Bridget Jones’un Günlüğü olarak biliniyor.

Çıtır edebiyatının kadın okurları bu denli çekmesinin nedeni günümüz toplumunun kadınını yansıtması. Çik-lit, hayali karakterlerin sıradışı hikayesi değil; basit, gerçekçi ve aynı zamanda komik. Kadınlar bu romanları okuyup ana karakterle anında empati kurabiliyor, çünkü çik-lit kahramanları okuyucuyu temsil ederken romanları gerçek hayatı yansıtıyor. Eğlenceli ve kolay okunur olmasının ötesinde çıtır edebiyatı kadınların karşılaştığı bekar ya da evli yaşamı zorlukları, ekonomik sıkıntılar ve ofis karmaşası gibi pek çok sorunu de ele alıyor. Çik-lit baş kahramanın aklından geçen her düşünceyi dobra bir dille yazarak romanı daha da gerçekçi bir hale getirirken okuyucuya da sık sık deja vu hissini yaşatıyor.

Bazı ebebiyat eleştirmenleri ve okuyucular çik-liti anlamsız, fazla hafif, hatta saçma olmakla suçluyor. Bu ön yargılara yol açan birkaç neden var. Çıtır edebiyatı şaşırtıcı bir şekilde kısa bir sürede geniş bir okuyucu kitlesi oluşturup dünya çapında büyük bir başarı elde ettiğinden beri çik-lit yazarlarının sayısı özellikle son yıllarda hızla arttı. Her edebiyat türünde olduğu gibi böylece çik-litin iyi örneklerinin yanında kötü örnekleri de yazıldı. Alışverişkolik ana kahraman gibi tek bir yazar tarafından oluşturulan bazı orijinal karakterler öyle çok okuyucunun beğenisini kazandı ki bunlar pek çok sözde çik-lit yazarı tarafından taklit edildi ve bu da çıtır edebiyatının aynı standart karakterlerle aynı hikayenin tekrar tekrar anlatıldığı bir tür olarak bilinmesine yol açtı. Böylece aslında çok başarılı yazarlara ait olan orijinal konu ve karakterlerin taklidi çıtır edebiyatı hakkındaki kötü ön yargılara sebep oldu.

Çıtır edebiyatının tüm kötü örneklerine ve aldığı eleştirilere rağmen, şu bir gerçek ki çik-lit Sophie Kinsella ve Marian Keyes gibi edebi anlamda saygıdeğer yazarlar yaratarak gün geçtikçe büyümeye ve daha çok okuyucu çekmeye devam ediyor; bir yandan da edebiyatta kendine kalıcı bir yer ediniyor. Çıtır edebiyatı geliştikçe ve saygın yazarları bünyesine katmayı sürdürdükçe okurların olduğu kadar edebiyat eleştirmenlerinin de beğenisini kazanacak gibi görünüyor.

NOT: Çıtır edebiyatının en gelişmiş olduğu İngiliz çik-litlerini okumak isterseniz Sophie Kinsella’nın Alışverişkolik serisi ve Pasaklı Tanrıça’sını; yeni gelişen Türk çik-litlerini denemek isterseniz Ekin Atalar’ın Selindrella kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. Her ne kadar bu tür yurtdışında daha gelişmiş olsa da çıtır edebiyatı listemde birinci sırada Selindrella yer almaktadır 🙂

22.06.11

Yeri: Edebiyat | Çıtır Edebiyatı için yorumlar kapalı

Kuyucaklı Yusuf

Haziran2

Kuyucaklı Yusuf

Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’unu bilir misiniz siz? Hani küçücük yaşta köyünün bağrından koparılan yetim Yusuf’un düzmecelerle dolu şehir hayatıyla yaşadığı çatışmaların acıklı öyküsü; aynı zamanda ‘sevgi nedir’ bilmeyen bir adamın sevme çabaları, belki de kaleme alınabilecek en saf aşk hikayesi… Bir gerçekçi, bir coşumcu tarzıyla eserini sunuyor bize yazar; romantizmle bulutlara yükselen okuyucuyu realizmin can yakıcı elleriyle sık sık yeryüzüne indiriyor. Ama sonuçta ortaya etkileyici bir eser ve eşsiz bir kahraman çıkıyor.

Kuyucaklı Yusuf beni çok etkiledi; Yusuf’a aşık oldum, Yusuf’a kızdım, Yusuf’a hak verdim, Yusuf’a acıdım, tepkilerine kızdım, tepkisizliğine öfkelendim ama Yusuf’u hep sevdim. Romanı okumadıysanız tavsiye ederim, bakalım siz de Yusuf’u sevecek misiniz?

Romanı okuma niyetiniz varsa bunun devamını okumamanızı öneririm, dil anlatım dersi için okuduğumuz Kuyucaklı Yusuf ile ilgili yaratıcı çalışma olarak ben bir şiir yazdım, şimdi onu burada paylaşacağım. İyi okumalar!

KUYUCAKLI YUSUF

Matemini tuttu Yusuf içinde,
Kederini yüklendi
Ve yola çıktı.
Ne bir idealin peşinde
Ne de yaptığının bilincinde
Gözyaşlarını hapsederek
Yüreğinin derinliklerinde.
Ağlamazdı o, ağlayamazdı
Çünkü Yusuf’tu,
O, Kuyucaklı Yusuf’tu.

Yağmurlu bir sonbahar gecesi
Yetim bıraktı Yusuf’u.
Ama Yusuf’un alnı pek,
Yusuf’un sırtı dik
Gözleri çakmak çakmak
Naifti bedeni,
Ama kocamandı kalbi
Masumiyet kokuyordu her hecesi
Çünkü Yusuf’tu,
O, Kuyucaklı Yusuf’tu.

Bir ışık, bir umut, bir aşk alevlendi
Yusuf’un yüreğinde.
İnkar etti Yusuf,
Reddetti aşkını tüm benliğiyle
Hapsetti ruhunun mahzenine.
Sevmezdi o, sevemezdi
Bilmiyordu ki sevmeyi.
Çünkü Yusuf’tu,
O, Kuyucaklı Yusuf’tu.

Bir an bir hırs, bir kıskançlık bastı içini
Kulaklarını tıkadığı çığlıklarını duydu yüreğinin
Tuttu sevdiğinin elini,
Yumdu gözlerini,
Attı kendini aşk denen boşluğa
Bıraktı ruhunu tatlı bir sarhoşluğa.
Şimdi Yusuf’tu o,
Güçlü, kararlı, aşık Yusuf’tu,
Kuyucaklı Yusuf’tu.

Gerçekler peşini bırakmadı Yusuf’un,
Acı tüm çıplaklığıyla yüzüne vurdu.
Şimdi hissettiği ne bir sarhoşluk ne huzurdu.
Istırap, keder, yalnızlık, çaresizlik…
Hepsini bir anda sırtına yüklendi,
Bir parça aşkla kıvılcımlanan hayalleri
Azrail’in bir dokunuşuyla sönüverdi.
Ama yıkılmazdı o, yıkılamazdı
Çünkü Yusuf’tu,
O, Kuyucaklı Yusuf’tu.

Hayatın yükü omuzlarında
Çalışmaya başladı Yusuf, çabalamaya
Sevdiğinin, biricik Muazzez’inin çok uzağında.
Kabullenemezdi çaresizliği
Çünkü Yusuf’tu,
O, Kuyucaklı Yusuf’tu.

Hayatın son darbesi
En ağır yerden geldi Yusuf’a
Sevdiği, biricik Muazzez’iydi,
Yaşamın kirli sularında masumiyetini yitiren
‘’Çocuk’’ Muazzez’iydi.
İntikam, hırs, kan ve ölüm…
Hepsi bir anda oldu,
Yusuf haykırdı kinini dünyaya
Ve geçmişi, bugünü, geleceği ellerinden kayıp giderken
Kininin içinde boğuldu.
İşte o, Yusuf’tu,
Kuyucaklı Yusuf’tu.

Matemini tuttu Yusuf içinde,
Kederini yüklendi
Ve yola çıktı.
Ne bir idealin peşinde
Ne de yaptığının bilincinde
Gözyaşlarını hapsederek
Yüreğinin derinliklerinde.
Ağlamazdı o, ağlayamazdı
Çünkü Yusuf’tu,
O, Kuyucaklı Yusuf’tu.

SEVDE KALDIROĞLU

26.05.11

« Older EntriesNewer Entries »