Sevde'nin Günlüğü

Yazmayı seviyorum…

‘Siz’ler Ülkesi

Şubat16

Öyküsel Deneme

Sessizliğe yolculuk olsaydı, burda biterdi, biliyorum. Çünkü burda ses yok, ‘siz’ de yoksunuz; ama ‘sessiz’ var. Sözsüz nefesler dolduruyor odayı, söz sözü görmüyor. İki çift göz boşluğa bakıyor, iki çift söz çıkmıyor ne birinden ne ötekinden. Dedim ya, sessizliğe yolculuk bu. Hedef ‘Siz’ler Ülkesi. Ne zaman sustuk, unuttum. Sanki ezelden beri ‘siz’mişiz gibi geliyor, sessizmişiz, kimsesizmişiz gibi.

Nefes alıyor, nefes veriyor; tüm sessizliğini üflüyor dışarıya. Nefesinin çirkin sesi çınlıyor kulaklarımda. Nefes alıyor, nefes veriyor. Nefes alma, nefes verme. Söz al, söz ver bana; söz ver bu bitimsiz yolculuğa son vereceğine. ‘Siz’ler Ülkesi sizin olsun, sözler ülkesi bizim. Söz sana: Bitti.

Söz uçtu, hiçbir şey kalmadı.

12.02.12

Yarım

Şubat16

Hani bazen bir yazıya baş
Hani bir cümle yazarsın da yar
Olur ya kesik kesik
Yarım kalır, unuturs
İşte ben de bazen bir hevesle –çoğu kez içten bir hevesle- kalemime sarılıp birkaç tümce dökerim kağıda ve sonra –her nedense- unuturum. Bazen zil çalar, büyü bozulur, mecburen ayrılırım eskizimin başından. Bazen de kalemimle sohbetimi bölen başka bir sohbet başlar, yarım kalır yazım. İşte böyle olunca –çoğunun ‘ilham’ dediği, benim ‘yazma heyecanı’ olarak nitelediğim bir hevesle başladığım yazılarım yarım kalınca- araya giren zaman soğutur kalemimle aramı. Birkaç saat ya da birkaç gün sonra onu elime aldığımda çocuk gibi naz yapar bana. Yarım kalan ürünüm ise hepten yabancı gelir; birkaç santim yakınımdayken tümcelerim, kilometrelerce uzağımdadır sanki. Önce yabancılarım, sonra eleştirmeye başlarım. Noktalanmamış cümleler büsbütün savunmasız kalır sert eleştirilerim karşısında. Her bir sözcük daha da çirkinleşir gözümde, bu kez ne saygım kalır yarım kalana ne de hevesim kalır devam ettirmeye . Önüme temiz bir sayfa da alsam, küskün kalemim bakmaz yüzüme uzun bir süre. Ben de tıpkı bu beyaz sayfa gibi boşluğa düşerim o zaman. Düşünürüm, yazamam ya da yazsam da yeni ‘yarım’lar doğurur kalemim. Şimdi geride kalan yarımları tamamlayacağıma söz veremem, öyle ya, çorba bir kez soğudu mu, tadı kalmaz. Ama sana söz kalemim, yarım bırakmam bir daha. Gel, tut elimden; ben susayım, sen konuş.

02.02.12

Yeri: Edebiyat | Yarım için yorumlar kapalı

Çizgi

Şubat11

Deneysel Öykü

Beyazı sevdi, bir de parlak kurşun rengini. Bir cetvel kusursuzluğundaydı kaleminden dökülenler. İnce, belirgin ve pürüzsüz. Dikey çizgiler çekti kağıda. Bir anlık bir tereddütle kırıştı alnı, sonra yine o kararlı bakışını takındı. Daha çok çizmek istedi. İmgelemini sığdırmak istedi bu iki boyutlu dört duvar arasına. Bu tertemiz, masum beyazlığın üstünde kalemin kurşun rengini düşledi. Nasıl olacaktı? Yumak yumak koyuluklar belirmeliydi boşlukta. İplik iplik çizgilere dönüşmeliydi çığlıkları. Düşlerinin sesi yankılandı beyaz koridorlarda. Sustu dudakları. Tutku ve umut uyandı bedeninde. Ses dalgalarına sığmadı isyanı ve o an kağıtla tanıştı.

——————————————————————————

Ses dalgalarına sığmadı isyanı ve o an kağıtla tanıştı. Tutku ve umut uyandı bedeninde. Sustu dudakları. Düşlerinin sesi yankılandı beyaz koridorlarda. İplik iplik çizgilere dönüşmeliydi çığlıkları. Yumak yumak koyuluklar belirmeliydi boşlukta. Nasıl olacaktı? Bu tertemiz, masum beyazlığın üstünde kalemin kurşun rengini düşledi. İmgelemini sığdırmak istedi bu iki boyutlu dört duvar arasına. Daha çok çizmek istedi. Bir anlık bir tereddütle kırıştı alnı, sonra yine o kararlı bakışını takındı. Dikey çizgiler çekti kağıda. İnce, belirgin ve pürüzsüz. Bir cetvel kusursuzluğundaydı kaleminden dökülenler. Beyazı sevdi, bir de parlak kurşun rengini.

01.02.12

Yeri: Edebiyat, Öykü | Çizgi için yorumlar kapalı

Bu ay ne okusak? Şubat ’12

Şubat3

Merhaba herkese!

Günlüğümde kendi ağzımdan size hitap ederek konuşmayalı uzun zaman oldu, sanıyorum. Ama yazma tembelliğinden değil,  sadece ‘yazmış olmak için’ yazmak istemeyişimden kaynaklanıyor bu. Neyse konumuza gelirsek her ay devam ettirmeyi umduğum bir gelenek başlatıyorum günlüğümde; ”Bu ay ne okusak?” başlığı altında her ay değişik dergilerde okuyup ya da herhangi bir yerde karşılaşıp beğendiğim yazıların başlıklarını -bulabilirsem linklerini veya nereden okuyabileceğinizi de belirterek- paylaşacağım burda. ‘Nereden çıktı bu?’ derseniz son zamanlarda kaygılandığım bir konuyu paylaşayım sizinle. Toplum olarak ne kadar az okuduğumuzdan yakınmayacağım ama ”çok değerli ürünler veren kalemlerin tanınmadığından ya da bilmem kaç ödüle layık görülmeden halk arasında okunmadığından” dert yanacağım. Belki benim de yeni yeni fark ettiğim bir şey bu; çoğunlukla medya tarafından reklamı bol yapılan eserler dışında başka bir şey okumuyor insanımız. Bir de bir yazarımız bir kez zirveye çıkmışsa onu kolay kolay indirmiyoruz oradan, her eserini yüceltiyoruz; halbuki bilmediğimiz, duymadığımız belki de en az ‘yüceltilen’ kadar değerli yazarlarımız var, onları unutuyoruz çoğu kez.

Sonuç olarak bu düşüncelerle beslendi bu yeni fikrim, dilerim daha zengin bir yelpazeden okumaya teşvik eder bu sayfa, hem sizi hem beni.

”Sözcükler” Dergisi 35.Sayı – Ocak-Şubat 2012-Yeni keşfettim bu dergiyi. Birkaç farklı edebiyat dergisi alıyordum birkaç aydır, doğrusu içinde çok farklı ve emekle yazılmış pek çok güzel yazıyla karşılaştım. Bu ay mutlaka almanızı tavsiye ederim. İşte içinden en çok beğendiklerim:

  • Murathan Mungan/”Şiir Kitabım 1”den Poetik Notlar: Şiir üzerine çok ince düşünülmüş notlar bunlar, özellikle ”Nota Sehpası” ve ”Vidalar” çok hoşuma gitti.
  • Hakan Savaş/Bozkırın Tezenesi: Bir Zamanlar Anadolu’da: Nuri Bilge Ceylan’ın ”Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi üzerine oldukça güzel bir bakış açısı sunuyor yazar. Filmi izleyip beğenen ya da beğenmeyen herkese yeni bir ufuk açacağını düşündüğüm bir yazı. Şahsen ben filmi zaten çok beğenmiştim, bu yazı sayesinde tam anlamıyla irdeleyemediğim derinliklerinin de farkına varmış oldum.

Murathan Mungan/Yüzleşme Korkusu: Ekim 2006’da ”Birikim” dergisinin 210.sayısında yer almış yazarın bu yazısı. Nasıl bulup okuyabilirsiniz, hiçbir fikrim yok ama ben edebiyat öğretmenim sayesinde okudum ve çok etkilendim bu yazıdan. Her açıdan aydınlatıcı bir yazı, mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum.

Özdemir Asaf/”Seni Saklayacağım”: Özdemir Asaf’ın eserlerini okuyorsanız belki tanıdık gelecek size bu şiir. Ama ben yeni tanıştım onunla ve inanın, çok sevdim.

Seni Saklayacağım

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin, duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya..
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım..
Anlayacaksın.

Özdemir Asaf

Benden şimdilik bu kadar!Peki siz neler okudunuz bu ay?

Kadınım

Ocak19

Güzel bir ruhum var benim
Ve değerli düşüncelerim
Rujsuz dudaklarım
Farsız gözlerim var
Kadınım
Mutluyum
Güzelim

Altımda eşofmanım
Ve kalın, siyah botlarım
Pembe rujlu düşlerim
İnce topuklu düşüncelerim var
Kadınım
Güçlüyüm
Güzelim

Ne üçgenim ne beşgen
Boyutsuzum, şekilsizim
90’ım da yok, 60’ım da
Ölçüsüzüm, çizgisizim
Kadınım
Gururluyum
Güzelim

Fikirlerimi tartın,
Bedenimi değil.
Düşlerimi boyayın,
Tenimi değil.
Görüşlerimi yargılayın,
Şeklimi değil.
Ve daima anımsayın:
Kadınım
Özgürüm
Güzelim

Sevde Kaldıroğlu

09.01.12

Korku

Aralık16

İçimde bir korku var ki, sorma
Gözümü kapayıp uykuya dalamıyorum
Cevap yok hiçbir soruma
Bir çözüm yolu bulamıyorum

Ürperiyorum düşüncelerle
Belirsizlik içinde kıvranıyorum
İçimde bir korku var ki, sorma
Söküp bağrımdan atamıyorum

Buzun keskin soğuğu değiyor tenime
Kibritin aleviyle yanıyorum
Tam uykuya daldığımda
Bir kabusla uyanıyorum

İçimde bir korku var ki, sorma
Dilim tutuk, konuşamıyorum
Korkumu üfledim suya
Dalgalarla boğuşamıyorum

Sevde Kaldıroğlu

29.10.11

Dilin Modası

Kasım29

Bugünlerde dilin değişken yapısı aklımı meşgul ediyor. Dil öyle bir şey ki, tıpkı bir çağlayan gibi; uzaktan izleyerek hızına yetişmek mümkün değil, ancak akıntıya kapılınca da hangi engellerden geçtiğini, ne büyük bir hızla ilerlediğini, daha da önemlisi zamanla nereden nereye geldiğini fark edemiyor insan. Her geçtiği yerde taşı, toprağı ıslatıyor, bu şekilde değişiyor, evrim geçiriyor; ancak bunlardan pek azı suyun bünyesine, dinamik yapısına tutunup kendine kalıcı bir yer edinebiliyor, geri kalanlar ise çağlayanın coşkun devinimlerinde bir süre can bulup sonra akıntının içinde kayboluyor.

Geçenlerde babamla konuşuyorduk, ‘’Şaka gibisin.’’ Dedim ona. İltifat ediyorum sandı, teşekkür etti bana. İfademdeki kinayeyi anlamamıştı. Bir an kendimi kötü hissettim. Ben de o eleştirdiğim, tırnak içinde söz ettiğim ‘’alaycı gençliğin’’ bir parçası mı oluyordum? Pek çok soru aklımı kurcalamaya başladı. Nereden geliyor bu ‘’Şaka gibi’’, ‘’Şaka mı?’’, ‘’Şaka mısın?’’ ve türevi söylemler? Bunları kullanmak yanlış mı? Doğrusu ‘’yanlış’’ demek dilin sürekli yenilenen yapısına hakaret olur, diye düşünüyorum. Dil sürekli bir değişim içinde; giyim sektöründe olduğu gibi dilin de bir modası var. Bu moda, dile yabancı sözcükler sokmadıkça, dili köreltip yozlaştırmadıkça ve tabii konuşma dilinde sözcükleri çirkin söyleyiş biçimleriyle kirletmedikçe son derece masum bence. Öyle ki moda olan söylemler bir süre herkesin diline dolanıyor, her konuşmada birkaç kez duyar hale geliyorsunuz bunları. Sonra yavaşça kayboluyor, yaygınlıklarını yitiriyorlar. Her ne kadar dilin modası yaş gruplarına göre değişse de genel olarak moda olarak niteleyebileceğiniz söylemler mutlaka vardır. Birkaç sene öncesinde ‘’ezik’’ sözcüğü, özellikle de öğrenciler arasında öyle çok kullanılıyordu ki biri hakkında olumsuz bir yorum yapılacaksa araya mutlaka bir ‘’ezik’’ ekleniyordu. O zamanlar da bir süre bu söze gıcık olduğumu, ancak sonrasında kendim de kullandığımı hatırlıyorum.

Bu moda söylemler bir süre çok ilgi görüyor, sonra unutuluyor dedim ama bazen yüz kişiden doksan dokuzu unutuyor, birinin ağzında yer ediyor bu sözcük, kişinin dağarcığına yerleşiyor. Herkesin kendine özgü söylemleri vardır; kelime dağarcığımızda önemli bir yere sahip, çoğu konuşmamızda kullandığımız ve o sözlerin şahsımıza ait olduğunu ele veren anahtar sözcükler… İşte o sözcüklerin dilinize ne zaman yerleştiğini, nereden geldiğini düşünün. Çoğunlukla bunların bir zamanlar moda olmuş sözcükler olduğunu fark edeceksiniz. Mesela ‘’harbi’’ sözcüğü bundan yıllar önce okulda arkadaşlarımdan öğrendiğim bir sözcüktü, oldukça tutuluyordu o dönemde. Zamanla insanların artık çok fazla ‘’harbi’’ demediğini, ancak benim farkında olmaksızın bu sözcüğü günlük konuşmama yerleştirmiş olduğumu gördüm. Daha da ilginci, ‘’harbi’’ sözcüğü çok önceleri argo sayılıyormuş, ancak yavaş yavaş anlamı evrimleşmiş, günlük dile geçmiş, herkes kullanır olmuş bu ifadeyi. Sonra yaygınlığını yitirmiş ama ben halen pek çok konuşmamda yer veririm bu sözcüğe.

Moda sözcüklerin bir güzel yanı da bazı anlamları tam karşılamaları, yaygınlıklarının getirdiği bir etkiyle söylendikleri tümceye daha vurgulu bir ton katmaları ve bazen anlatılmak istenen bağlama cuk oturmaları. Gerçekten de bazen insan bayağı olmaktan kaçınıp bu söylemleri kullanmazken iletmek istediği anlamı ve vurguyu ifade edecek başka sözcük bulamıyor. Peki dilimizde son derece büyük öneme sahip olan ve sürekli değişip yenilenen bu moda söylemler nereden çıkıyor, ilk kim söylüyor bunları ya da normalde dilde bulunan basit sözcükler nasıl oluyor da bir anda bu kadar değer kazanabiliyor? Medyada, özellikle de beğenilen televizyon dizilerinde sunulan tiplemelerin bu modaya büyük ölçüde yön verdiğinin farkındayım ancak bir tek onlar değil, bunun arkasında başka etkenler de olmalı. Dil modası giyim modası gibi değil; bir kıyafeti ilk giyen mankeni bulmak gibi değil bir söylemi ilk kullanan kişiyi belirlemek. Üstelik sözcüklerin kıyafetler gibi belli bir tasarımcısı da yok; her şey toplumun içinde gelişiyor. Ayşe Ali’ye ‘’Şaka mısın?’’ dedi, o da Veli’ye söyledi ve böylece yayıldı bu söylem, diye bir şey yok, ya da varsa da bu şimdilik hepimiz için bir merak konusu.

Doğrusu bu modanın nereden çıkıp nereye gittiği belli değil ama dili daima bir yenilenme sürecinden geçirdiği kesin. Bu yenilenme, sözcüklere yeni anlamlar kazandırıp onları farklı bağlamlara oturtsa da dili yozlaştırıp özünden koparmadıkça dilin gelişimi için umut vaat ediyor. Bu yüzden bu modaya ayak uydurup uydurmamak size kalmış ancak bu değişimi kınamak eskide sabit kalmaktan farksız fikrimce.

« Older EntriesNewer Entries »