Therese Raquin ve Natüralizm
Edebiyatta doğalcılık akımının en değerli örneği belki de, derin betimlemelerin tüm çıplaklığıyla sunulduğu bilimsel bir başyapıt, natüralist bir roman Emile Zola’nın biricik Therese Raquin‘i. Başarılı şöhretine bir etki eder mi, bilmem, ama benimse baştan sona okurken nefret ettiğim yegane roman. Nefret ettim, diyorum ama çok başarılı bir eser, bunu da inkar edemem. İnsanların çıkar dolu düşüncelerini tüm açıklığıyla ortaya koyan çok başarılı bir roman. Edebiyatta gerçekçilik ve natüralizmi seven okurlar için çok keyifli olacağından şüphem yok; ama kendi adıma konuşmam gerekirse natüralizm eserlerinin okunacak kitap listemde en son sırayı alması gerektiğini Therese Raquin’den sonra kesin olarak anladım.Hatta yaptığım birkaç araştırmadan sonra geçmişte okurken nefret ettiğim Jack London’ın Beyaz Diş‘i, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç‘ı gibi romanların da gizini çözdüm; meğer onlar da natüralist romanlarmış. Sonuç olarak Therese Raquin’i dil ve anlatım dersinde ödev olarak okumaya başladığımızda tüm iyimserliğimle almıştım kitabı elime, ancak her beş sayfa okumanın sonunda -ki bu romanda bir oturuşta okuyabildiğim en fazla sayfa sayısı bu- depresyon moduna girdiğimi fark etmem çok uzun zaman almadı. Nitekim uzun bir süre sonra kitabı nihayet bitirebildiğimde ödev olan tezi yazabildim. Kitaptaki olayların seyrini, kitabın sonunu ve yazarın her bir olayın ardına sakladığı nedenleri incelediğim tezimde yazara dair eleştirilerime de rastlayabilirsiniz. İyi okumalar!
THERESE RAQUIN VE NATÜRALİZM
Doğalcılık akımı, diğer adıyla natüralizm, 19.yüzyılda Fransa’da doğmuş bir edebiyat akımıdır. Natüralizm, insanı çevrenin ve kalıtımın bir ürünü olarak görür, toplumu ve bireyi deneysel olarak ele alır. Doğalcılık akımının başyapıtlarından biri olan Therese Raquin romanında natüralist yazar Emile Zola, karakterlerini fizyolojik özellikler ve çevrenin etkisi bağlamında ele alarak tutku, cinayet, vicdan azabı gibi güçlü kavramları ve bu duyguların insanın psikolojik yapısındaki seyrini neden-sonuç ilişkisi içinde incelemiştir.
Doğalcılık akımı, yaşamın kaba ve bayağı sayılarak ele alınmayan yanlarını, toplumun sıradan veya dışlanmış bireylerini mercek altına alarak hayatın gerçeklerini olduğu gibi yansıtmayı, bunun da ötesinde bu gerçekleri deneysel bir itina ile laboratuvar ortamında incelemeyi amaçlar. Bu yönüyle realizmi de çok daha ileriye taşımış; bilimden etkilenmiş ve bilimi de etkilemiştir. Akımın gelişmesinde o dönemlerde ortaya atılan, Darwin’in evrim ve soyaçekim teorileri de etkili olmuştur. Natüralist yazar, yalnızca bir gözlemcidir, olayları olduğu gibi, doğal ve yalın bir dille anlatır; olumlu ya da olumsuz herhangi bir yorum yapmaz. Therese Raquin’de bu akıma sıkı sıkıya bağlı kalınan noktalar olduğu gibi natüralizmden ayrılan yönler de görülür.
Çocukluğundan beri üvey teyzesi tarafından hastalıklı kuzeni Camille ile birlikte büyütülen ve büyüdüğünde de yine kuzeniyle evlendirilen Therese Raquin, mutsuz bir hayat yaşamaktadır. Ancak bunu kabullenir, kendi hayatının seyrinde bir kukla gibi oynatılmaya alışıktır çünkü. Romanın bu bölümüne kadar çevre faktörünün kişilikler üzerinde nasıl rol oynadığı görülür; Therese’in teyzesi Bayan Raquin’in hastalıklı oğlunun üzerine titremesi, bununla birlikte gayet sağlıklı olan Therese’in de aynı muameleyi görmesi Camille ve Therese’in toplumdan uzak, basık ve ezilmiş bireyler olarak yetişmesine neden olur. Yaşları ilerledikçe bunun böyle devam edeceğini düşünenler küçük ancak önemli bir ayrıntıyı göz ardı etmiş olurlar. Bu da natüralizmin temelinde yatan kalıtım ve soyaçekim unsurlarıdır. ‘’Aynı nedenler aynı koşullar altında aynı sonuçları verir.’’ düşüncesinin etkili olduğu romanda Camille’in, annesi Bayan Raquin tarafından yönlendirilmeye boyun eğmesi şaşırtıcı değildir. Ancak Afrikalı bir kadının çocuğu olan Therese bu duruma daha fazla devam edemeyecek, annesinden aldığı tutkulu ve güçlü kişiliğinin fitili en ufak bir kıvılcımda alevlenecektir.
Romanda Therese’in güçlü dürtülerini harekete geçirecek olan bu kıvılcım Camille’in arkadaşı Laurent karakteriyle karşımıza çıkar. Camille’in tersine, güçlü görünümü ve kaba, hoyrat yapısıyla Laurent, Therese’in ilgisini çeker. Laurent’ın bu sert yönü, Camille’in pasif ve uyuşuk hareketlerinde yakalayamadığı bir şeydir çünkü. Nitekim, hiç de masum olmayan bu ilgi, kısa bir süre içerisinde aldatmaya dönüşür.Bu yasak ilişkinin ardında ne güçlü bir aşk vardır ne de fiziksel bir beğeni. Therese ile Laurent’ı birbirine çeken, ikisinin de tekdüze giden hayatlarında değişikliğe olan açlıkları ve içlerinde alevlenen güçlü dürtüleri tatmin etme isteğidir.
Zamanla gizliden gizliye yürüyen bu yasak ilişkiyi sürdürmek ikisi için de zor hale gelir; ortada engeller vardır ve bunlar kaldırılmalıdır. Bu fikrin akıllarına girmesiyle Therese ve Laurent, ardından gelecekleri düşünmeksizin bencil duygularının peşinden giderler ve tek çözümün en büyük engeli, Camille’i, ortadan kaldırmak olduğu sonucuna varırlar. Therese, bunu dile getirmese de, ustaca seçtiği sinsi sözleriyle bu hain düşünceyi Laurent’ın aklına sokmayı başarır. Nitekim Camille’in acı sonu fazla uzak değildir, özenle hazırlanmış bir plan ve kolayca üstü örtülen bir cinayetle engel ortadan kalkar. Ancak sonrası düşünülmeden işlenmiş bu cinayet, onları yaşamlarının geri kalanında rahat bırakmayacak, bu cinayetle kendi ölüm fermanlarını imzaladıklarını anlamaları uzun sürmeyecektir. Romanın bu bölümüne kadar çevresel faktörlerin –kişinin ontolojik özelliklerinin de baskın etkisiyle- olayları nasıl yönlendirdiği açıkça görülürken, bundan sonraki bölümde bu olayların kişinin psikolojisinde yarattığı etkilerin ve ilişkilerde doğurduğu sonuçların bilimsel bir özenle inceleneceği yeni bir devir başlayacaktır.
Engelin ortadan kalkmasıyla güçlü dürtülerinin pençesinden kurtulup yaptıklarının ayırdına ancak varabilen Therese ve Laurent’ın psikolojilerinde yeni bir seyir başlar. Ortalığın durulduğu, kimsenin onlardan şüphelenmediği bu süreçte rahatlayacaklarını düşünürken Camille’in korkulu hayaletiyle baş başa kalırlar. Ancak bunu vicdan azabı olarak bile adlandıramayacak kadar pişkin ve bencildirler. Her an Camille ile ilgili sanrılar görürler; fakat bunun ardında yatan neden onu öldürmekten duydukları pişmanlık değil, yakalanmamak için kapıldıkları korkudur. Bu kabus gibi geçen günler onları birbirinden uzaklaştırır. Sanki uğruna göğüs gerecekleri zorluklar olmayınca ilişkilerinin heyecanı kaybolur; zaten kapıldıkları korku ve yakalanma endişesi, bir türlü dindiremedikleri güçlü dürtülerinin önüne geçmiştir.
Bu sırada her perşembe Bayan Raquin’in evine gelen aile dostları Michaud, Grivet ve Olivier de evdeki bu durgunluğun farkındadır. Perşembe günlerinde eskisi gibi eğlenmek isteyen Michaud, en iyi yolun Therese’i Laurent ile evlendirmek olduğunu düşünür ve Bayan Raquin’i buna ikna eder. Bayan Raquin de yine kendi çıkarlarını düşünerek bunun eve neşe katacağı ve tanıdık birini oğul gibi benimseyebileceği düşüncesiyle bunu kabul eder. Böylece Laurent ve Therese evlenirler. Tek umutları birlikte Camille’in hayaletinden kurtulmaktır. Ancak ilk gecelerinde bir araya geldikleri anda Camille’in hayaletinin aralarına girdiğini, onlar birbirine yaklaştıkça birbirlerinden daha çok iğrendiklerini hissederler. Artık aralarındaki o güçlü çekim mazide kalmış, birbirlerine tutundukları tutkulu bağ Camille’in kanıyla kirlenmiştir. Bir araya gelmek sanki acılarını daha da arttırmış, işledikleri günahı tüm çirkinliğiyle yüzlerine vurmuştur. Bu şekilde suçlarını kabullenmek istemezler ve her fırsatta birbirlerini suçlayarak hırpalarlar. Birlikte oldukları her anda kendi bencil egolarına yediremedikleri bu suçu birbirlerinin üstüne yıkarak kendilerini üstün kılmaya çalışırlar. Tüm bu süreç içinde psikolojik olarak çok acı çekerler ancak asla yaptıklarından pişman olup vicdan azabı duymazlar. İki katilin hazin sonu daha fazla acı çekmek istemedikleri için birlikte intihar etmeleriyle gerçekleşir.
Therese Raquin romanında Emile Zola, natüralizmin deneysel inceliklerine sıkı sıkıya bağlı kalırken ‘nesnellik’te pek başarı sağlayamamıştır. Romanın anlatımında objektif olduğunu iddia ederken ‘’En yakınımızdakine bile güvenemeyiz.’’, ‘’Kişinin her yaptığı eylemin arkasında kendi bencil isteklerini tatmin etme amacı yatar.’’gibi düşüncelerini romanın her bir satırına öyle ustaca bir itina ile yerleştirmiştir ki tüm bunları gerçeğin yansıması olarak göstermiştir okura. Karakterlerini bencillik kavramı üzerine kurmuş, tüm yaşananları neden-sonuç ilişkisiyle açıklarken her ‘’çünkü’’nün ardına bir çıkar ilişkisi gizlemiştir. Zola, kendisi gerçekçi bulduğu karamsar ve güvensiz bakış açısını Therese Raquin romanının tümüne yansıtmış; hatta bir annenin, söz konusu evladı olduğunda bile kendi çıkarlarını düşünerek bencilce hareket ettiğini söyleyebilecek kadar cüretkar davranmıştır. Toplumdaki çarpık ilişkiler ve burjuva sınıfı ile ilgili eleştirilerini de belirtmekten çekinmemiş, bu tür toplumsal sorunları da romanında ele almıştır.
Natüralizmin öncülerinden kabul edilen Emile Zola, Therese Raquin romanında -hangi dönemde olursa olsun- hiç değişmeyecek olan tutku, vicdan azabı, cinayet gibi kavramları masaya yatırmış, bunlar hakkındaki görüşlerini neden-sonuç ilişkisi içinde açıklamıştır. Romanı yazarken kullandığı yalın fakat kati diliyle okura yaşanan her duyguyu hissettirmeyi başarmış ve ortaya hafızalarda iz bırakacak bir eser çıkarmıştır.
27.04.11